23 NİSAN, NEŞE DOLMUYOR İNSAN
23 NİSAN, NEŞE DOLMUYOR İNSAN
Bugün 23 Nisan. Kâğıt üzerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışının ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dünyadaki tüm çocuklara armağan ettiği Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlandığı gün. Geleceğin teminatı olarak görülen çocukların neşeyle dolması, ülkenin dört bir yanında şenliklerin yapılması, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun bir kez daha gururla haykırılması gereken bir gün. Ancak sokaklara, evlere, okullara sinen ağır ekonomik buhran ve toplumsal yıpranmışlık, bu bayramın coşkusunu gölgeliyor, içleri neşeyle doldurması gereken bu özel günü, derin bir tezatlar yumağına çeviriyor. "23 Nisan, neşe dolmuyor insan" dizesi, maalesef bugünün Türkiye'sinde acı bir gerçeği fısıldıyor kulaklarımıza. Çocuklarımızın geleceği ipotek altına alınırken, millet fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüşken, hangi neşeden, hangi bayramdan bahsedebiliriz?
Türkiye, dünyada çocuklara bayram adayan ve bunu tüm dünya çocuklarıyla paylaşan tek ülke olma onurunu taşıyor 1979'dan bu yana, UNICEF'in de desteğiyle uluslararası bir şenliğe dönüşen bu bayram, ne yazık ki günümüzde toplumsal yaraların üstünü örten yapay bir şenlik havasına bürünmüş durumda.
Çocuklar artık oyun parklarında değil, alışveriş merkezlerinin vitrinleri önünde hüzünle bekliyor. Alamadıkları bir oyuncağın, giyemedikleri bir ayakkabının özlemiyle büyüyor. Bu durum, onların sosyal gelişimini, özgüvenini ve gelecek umutlarını derinden etkiliyor. Her yıl yaklaşık kırk ülkeden çocuğun katılımıyla renklenen 23 Nisan , artık sadece göstermelik bir kutlamadan ibaret. Oysa Atatürk, bu bayramı çocuklara armağan ederken, onların geleceğin teminatı olduğuna inanıyordu. Eğitim Bakanı'nın "özgürce düşünen ve kültürel mirasına bağlı kalan bireyler yetiştirme" söylemi ekonomik gerçeklikler karşısında içi boş bir retorikten öteye gidemiyor. Çünkü özgür düşünce, ancak temel ihtiyaçları karşılanmış, güvenli bir ortamda büyüyen çocuklarda gelişebilir. 1920'lerde, yokluk içinde bile çocuklara bayram armağan eden bir ulus, bugün refah içinde yaşayan küçük bir azınlık dışında, çocuklarına bayram sevincini yaşatamıyor. Bu durum, sadece ekonomik başarısızlığın değil, toplumsal değerlerimizin de erozyona uğradığının acı bir göstergesi. Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne taraf olan ve çocuk haklarını korumak için yasal düzenlemeler yapan ülkemiz, ne yazık ki uygulamada bu hakları güvence altına almakta yetersiz kalıyor. Sokakta çalışan, eğitimden mahrum kalan, şiddete maruz kalan çocukların sayısı her geçen gün artıyor. 1979'da başlayan uluslararası katılım, bugün içi boşaltılmış bir gösteriye dönüşmüş durumda. Dünya çocuklarıyla paylaşılan sevgi ve dostluk mesajları, kendi çocuklarımızın yaşadığı derin yoksunlukların üstünü örtemiyor.
Bir zamanlar, yok olmak üzere olan bir devletin küllerinden doğarak, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir Kurtuluş Savaşı veren ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde yepyeni bir Cumhuriyet kuran bu halk, bugün nasıl bu hale geldi? Atatürk'ün en çok güvendiği Türk halkı, neden ve kimler tarafından parçalanmış, hiziplere ayrıştırılmış, birbirine düşman edilmiş durumda? Tarihin en önemli bağımsızlık mücadelelerinden birini veren bu millet, nasıl oldu da umursamaz, sorgulamaz, mücadele edemez bir hale getirildi? Bu soruların yanıtları, ülkenin içine sürüklendiği ekonomik çıkmazda ve bu çıkmazın yarattığı toplumsal çöküntüde yatıyor.
Ekonomik göstergeler, durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Yüzleri aşan enflasyon, korkunç boyutlara ulaşan işsizlik, genleri oynanmış yabancı tohumlar, her eline aldığın gıdanın
içindeki koruyucu kimyasal maddeler, durmak bilmeyen zamlar, hayat pahalılığı, halkın belini büküyor. Sezeryan ameliyatlarının artışı, çocuk istismarları, öğrenci yurtlarının sorunları, kadın cinayetleri, iyi meslek edinmişlerin yurt dışına gitmek istemeleri, Üniversitelerin dünya başarı sıralamasında her yıl gerilemesi, ülkeye düzensiz ve denetimsiz göçler, Türk diline sahip çıkamamak, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının yok edilmesi ve yabancılara verilmesi…
"Her toplumda olur böyle şeyler, ne var bunda? diyebilirsiniz. Bunların tümünün birden peş peşe ortaya çıkması zihinlere yerleştirilmesi, yaşanılır olması hep "tesadüf" mü sanıyorsunuz? Sokakları dolaşırken görüyoruz; insanlarımız ucuz tatminlere, geçici heveslere kapılmış, toplumsal ve bireysel bir ahlaki çöküntü içinde, kendi iradesine bile sahip çıkamaz hale getirilmiş durumda.
Bu durum tesadüf değil, sistemli bir şekilde oluşturulmuş toplumsal bir çöküşün sonucu.
Öte yandan demokratik bir devletin yurttaşları olması gereken halk SOL-SAĞ, DEVRİMCİ-İSLAMCI-ŞERİATCI-AYDINLIKCI-DİNDAR-ATEİST-CUMHURİYETCİ-PADİŞAHCI-MİLLİYETCİ-ULUSCU-LİBERAL-GERİCİ-ÇÜRÜK-SÜRTÜK-LGBT’ci…
Gibi bölünmelerle gittikçe asıl sorunlardan uzaklaşır olmuştur. Elektriğini, doğalgazını, kirasını ödeyemeyen yüz binler, kredi borç batağında çırpınan milyonlar, art arda kepenk kapatan esnaf, ülkenin içinde bulunduğu derin krizin en somut kanıtları. Tarım ve hayvancılıkta yaşanan gerileme, dışa bağımlılığı artırırken, ülkenin kendi kendine yetebilme potansiyeli heba ediliyor. Temel gıda maddelerine ulaşmak dahi lüks haline gelirken, bir zamanlar dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri olan Türkiye, samanı bile ithal eder duruma düşürüldü. İçilemez hale gelen sular, zehir akan dereler, genetiğiyle oynanmış tohumlar, kimyasal yüklü gıdalar, sadece ekonomiyi değil, halk sağlığını da tehdit ediyor. Kamu içinde ayyuka çıkan yolsuzluk iddiaları, haksız kazanç söylentileri ise halkın devlete ve adalete olan güvenini temelden sarsıyor.
Bu ekonomik yıkımın en acı sonuçlarından biri, orta sınıfın adeta yok edilmesidir. Türkiye toplumu hızla iki kutba ayrışıyor: Bir yanda lüks içinde yaşayan, servetine servet katan küçük bir azınlık; diğer yanda ise hayatta kalma mücadelesi veren, yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışan devasa bir kitle. Tabandaki dar gelirli ve yoksul nüfusun oranı hızla artarken, bir zamanlar toplumun bel kemiği olan, istikrarın ve toplumsal barışın güvencesi sayılan orta sınıf, eriyip gidiyor. Bu durum, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda derin bir toplumsal yaradır. Zengin ile fakir arasındaki uçurumun bu denli açılması, toplumsal huzursuzluğu, güvensizliği ve umutsuzluğu körüklüyor. İnsanlar gelecekten kaygılı, yarınlarından emin değil.
Bu kasvetli tablonun en masum ve en savunmasız mağdurları ise çocuklarımız. Atatürk'ün "Geleceğimiz" diyerek Cumhuriyeti ve bu bayramı emanet ettiği çocuklar, bugün ne yazık ki en temel haklarından mahrum bırakılıyor.
Ekonomik kriz, onların çocukluklarını çalıyor. Aileler geçim derdine düştüğü için çocuklarına yeterli zamanı ayıramıyor, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Eğitimde fırsat eşitsizliği giderek derinleşiyor; parası olan özel okullarda nitelikli eğitim alırken, dar gelirli ailelerin çocukları devlet okullarının yetersiz imkanlarına terk ediliyor. Sağlık sistemi de benzer bir ayrışma içinde; özel hastaneler zenginlere hizmet verirken, halkın çoğunluğu devlet hastanelerindeki uzun kuyruklara ve yetersiz hizmete mahkûm ediliyor. Çocuk yaşta çalıştırılanlar, şiddete maruz kalanlar, çağ dışı oluşumların ve istismarın pençesine düşenler, bu acı gerçeğin sadece birkaç yansıması. Çocuklarımızı her türlü tehlikeden korumak, onlara sağlıklı, eşit ve onurlu bir yaşam sunmak en temel görevimizken, ne yazık ki bu görevi yerine getiremiyoruz. Vatanı kurtarmanın, bugünün çocuğuna özen göstermekten ve onu korumaktan geçtiğini göz ardı ediyoruz. Hal böyleyken, 23 Nisan'da düzenlenen, sadece "eğlence ve gülüşme" üzerine kurulu, içeriği boşaltılmış etkinlikler, yaşanan trajediyi örtmeye yetmiyor, aksine acı bir ironi yaratıyor.
Peki, ülke bu noktaya nasıl geldi? Ekonomik başarısızlıkların ve toplumsal çöküşün arkasında yatan nedenler neler? Elbette küresel ekonomik koşulların etkisi yadsınamaz ancak asıl sorumluluk, ülkeyi yönetenlerin tercihlerinde ve zihniyetinde yatıyor. İktidarda gözlemlenen "ben hastalığı", yani kişisel çıkarları ve egoları ülke menfaatlerinin önüne koyma eğilimi, "biz" kavramını unutturmuş görünüyor. Kararlar alınırken liyakat yerine sadakat, bilimsel gerçekler yerine hamaset, ortak akıl yerine tek adam iradesi ön plana çıkıyor. Ülkenin kaynakları, halkın refahı yerine yandaşlara ve israf projelerine akıtılırken, şeffaflık ve hesap verebilirlik rafa kaldırılıyor.
Toplumda ve kamuda oluşan haksızlıklar, rüşvet, vurgun, dolandırıcılık gibi olayların üstü örtülüyor gibi bir hava hâkim. Bu tür hukuk dışı olayları araştıracak, halka duyuracak, sorumluların yargılanmasını talep edecek bağımsız bir medya, güçlü bir sivil toplum veya etkili bir siyasi muhalefet mekanizması ne yazık ki yeterince işlev göremiyor. Siyasi tartışmalar, genellikle gerçek sorunların üzerini örten yapay gündemler ve kısır çekişmeler etrafında dönüyor. Halk; sağ-sol, dindar-ateist, cumhuriyetçi-padişahçı gibi suni ayrımlarla bölünerek asıl sorunlardan uzaklaştırılıyor. Bu bölünmüşlük içinde, insanlar kendi mahallelerine hapsoluyor, taşıdıkları kavramların anlamını bilmeden, kendilerine empoze edilen sahte "kültür" algılarıyla genel çıkarları göremez hale getiriliyor.
23 Nisan'a buruk giriyoruz. Çocuklarımızın gözlerindeki ışıltı, yerini endişeye ve belirsizliğe bırakmış durumda. Millet, ekonomik zorluklar altında ezilirken, toplumsal doku zayıflıyor, umutlar tükeniyor. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin temel değerlerinden, bilimden, akıldan, liyakatten ve milli birlikten uzaklaşıldığı acı bir gerçektir. Kendimize dayatılan boş ve yararsız, aklımızı tutsak alan, bizi öz kodlarımızdan saptıran tuzaklara kolayca düşebildik. Ancak umutsuzluğa kapılmak yerine, bu gidişata dur demenin yollarını aramalıyız. Asıl olanın ulusal bağımsızlık, üniter devlet ve Misak-ı Milli olduğunu unutmamalıyız. Bize yol gösterecek olan kendi ulusal davamız ve ulusal bilincimizdir. Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek için bilime, teknolojiye ve en önemlisi çocuklarımıza yatırım yapmalıyız. Atatürk'ü ve onun emanet ettiği değerleri anlamak, çocuklarımıza sahip çıkmak, onlara eşit, adil ve onurlu bir gelecek sunmak zorundayız. Aksi takdirde, 23 Nisanlar neşeyle dolmayacak, sadece kaçırılmış bir fırsatın ve yitirilmiş bir geleceğin hüznünü taşımaya devam edecektir.
23 Nisan, neşe dolmuyor insan... Çünkü bu bayram, artık çocuklarımızın gerçek sorunlarını görmezden gelen, toplumsal yaraları geçici süslerle örten bir kandırmacaya dönüşmüş durumda. Gerçek bir bayram kutlaması için önce çocuklarımızın temel haklarını güvence altına almalı, onlara eşit fırsatlar sunmalı ve her birinin yüzünde gerçek bir gülümseme görebilmeliyiz.
. Atatürk'ün çok önem verdiği ve üzerinde çok durduğu, bizlere emanet ettiği çocuklarımıza sahip çıkamadık.
. Ülkemizdeki her bir çocuğun sağlıklı, eşit koşullarda yetişmesini, onurlu bir yaşam sürebilmesini, iyi bir temel eğitim alabilmesini sağlamamız gerekir iken, ne yazık ki sağlayamadık.
. Çocuklarımızı çağ dışı oluşumlardan, her türlü sarkıntılıktan, kötü uygulamalardan, ezilip,
horlanmadan ne yazık ki koruyamadık.
. Vatanı kurtarmanın "bugünün" çocuğuna "özen" göstermekten ve onu "korumaktan" geçtiğini hep göz ardı ettik.
. Ulusal bayram gününde çocuklarımıza sağlıklı ve bilinçli, düzgün olanaklar sağlayarak "topluca" sevinip, onları onurlandırarak "toplu törenlerle" kutlayabilecek iken sadece "eğlence ve gülüşme" üzerine kurgulanmış etkinlikler düzenlemeye kalkıştık ve bunları da doğru ve güzelmiş gibi "kabul" ettik.
DEĞERLİ BÜYÜK ÖNDER, KAHRAMAN GAZİ PAŞA, İLERİYİ GÖREN VE FİKİRLERİYLE ÇAĞ AŞAN, YENİ BİR DEVLET KURAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, NE DESEN HAKLISIN, BİZ SENİ HİÇ ANLAMADIK…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.