ANALİZ / 'BAE'nin 11 Eylül'ü'
Dr. Necmettin Acar, Yemen'deki İran destekli Husilerin Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) yönelik saldırılarını AA Analiz Masası için değerlendirdi.
Istanbul
BAE, "Arap Baharı"nın başlangıcından beri Orta Doğu genelindeki tüm vekalet savaşlarına taraf olmasına rağmen bugüne kadar kendi topraklarına yönelik hiçbir saldırının gerçekleşmediği yegane aktör olarak kalmayı başarmıştı. 17 Ocak 2022'de Dubai ve Abu Dabi havaalanları da dahil olmak üzere BAE'ye ait kritik tesislere balistik füze ve çok sayıda İHA ile düzenlenen saldırılar[1] BAE açısından son derece önemli sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Saldırılar sırasında kritik tesislerin hedef seçilmesine ilaveten zamanlama da önemli mesajlar içermektedir.
Yemen gibi BAE'ye oldukça uzak bir noktadan Husiler tarafından düzenlenen bu saldırılar, bölgede oluşan güvenlik boşluğunun boyutunu göstermesi açısından da son derece önemlidir. Saldırılar uzun yıllardır Körfez güvenliğinin aktif bir unsuru olmak isteyen İsrail'e yeni bir fırsat penceresi açabileceği gibi bölge enerji kaynaklarına son derece bağımlı olan Asyalı güçler için de önemli mesajlar içermektedir. Ayrıca jeopolitik risklerden uzak olmasının sağladığı avantajlar sayesinde Körfez bölgesinde profilini yükseltmeyi başaran BAE ile son dönemde ekonomik rekabete girişen Suudi Arabistan'ın, bu saldırıları kendi pozisyonunu güçlendirmek için kullanmak isteyeceğini tahmin etmek zor değil!
Güvenlik, Körfez'in parlayan incisi BAE için uzun yıllar son derece önemli bir konu olmuştur. BAE, bölgede son 50 yılda yaşanan türbülanstan neredeyse hiç etkilenmemiştir.
BAE'nin dokunulmazlığı
Dahili ve harici tehditlerden emin olma bağlamında güvenlik, uzun yıllar Körfez'in parlayan incisi olan BAE için son derece önemli olmuştur. Çünkü BAE, Güney Asya, Orta Doğu ve Afrika'nın ticari başkenti olmayı önemli ölçüde jeopolitik risklerden uzak olmasına borçludur. Bugün küresel çapta faaliyet yürüten çok sayıda büyük şirketin merkezi Dubai'de bulunmaktadır. Sadece ticaret açısından değil, Dubai küresel turizmin en önemli duraklarından birini de teşkil etmektedir.
İngiltere'nin 1971'de Körfez'den çekilmesini müteakip bağımsızlığını ilan eden ve geçen sene 50. yaşını kutlayan BAE, bölgede son 50 yılda yaşanan türbülanstan neredeyse hiç etkilenmemiştir. İran Devrimi ve bölgedeki Şiilerin isyanları (1979), İran-Irak savaşı (1980-88), Kuveyt'in işgali ve I. Körfez krizi (1990), ABD'nin Irak işgali (2003) ve son olarak da "Arap Baharı" gibi bölge genelinde istikrarsızlığa yol açan hiçbir kriz BAE'ye yönelik doğrudan bir tehdit ortaya çıkarmamıştır. Bu tarihsel gerçek, Abu Dabi yönetiminde büyük bir özgüvene ve ülkenin bugüne kadar devam eden "dokunulmazlığının" kalıcı olduğu yanılgısına yol açmıştır. Abu Dabi yönetimi bu yanılgının da etkisiyle, bugüne kadar askeri seçenekler de dahil olmak üzere bölge genelinde oldukça iddialı bir politika uygulamakta tereddüt göstermemiştir.
Husilerin düzenlediği saldırılarla BAE'nin jeopolitik risklerden muaf olma statüsü tartışmalı hale gelmiştir.
"Dubai Modeli"nde artan jeopolitik risk sorunu
BAE, 1990’lı yıllardan itibaren yakaladığı ekonomik büyüme ivmesini büyük oranda küresel piyasalar ile sağladığı entegrasyona, küresel ekonomi nezdinde oluşturduğu güven iklimine ülkede yatırım yapmak isteyen yabancı firmalara gösterdiği kolaylığa ve İslam dışı hayat tarzına gösterdiği "müsamahaya" borçludur. Genel olarak "rantiyer ekonomiler" olarak tanımlanan hidrokarbon ihracatçısı Körfez ekonomileri arasında en planlı ve sürdürülebilir ekonomiye sahip olan BAE'nin yakaladığı bu ivme ekonomi literatüründe uzun süre "Dubai Modeli" kavramıyla ifade edilmiştir. Ülkeye akan doğrudan yabancı yatırımlar ve geniş bir coğrafyada iş yapan büyük şirketlerin bölgesel merkezlerinin BAE'de konuşlanmış olması, büyük oranda sayılan unsurların bir sonucudur. Fortune'nun açıkladığı dünyanın en büyük 500 şirketinden 45'inin bölgesel merkezi BAE'de bulunmaktadır.
Son yıllarda Suudiler, bu küresel şirketlerin bölgesel merkezini Riyad'a taşımaya yönelik önemli girişilmelerde bulunmalarına rağmen bu konuda bir başarı elde edememişlerdir. Küresel şirketlerin bölgesel merkezlerini Dubai'de tutma ısrarı BAE'nin tüm bölgeyi saran istikrarsızlık ortamında bir istikrar adası olarak kalmaya devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak hafta başında Husilerin düzenlediği saldırılarla BAE'nin jeopolitik risklerden muaf olma statüsü tartışmalı hale gelmiştir. BAE için bu saldırılardan daha korkunç olanı, tıpkı Suudi Arabistan'a yapıldığı gibi bu saldırıların devamının gelebileceği ihtimalidir.
Hiç şüphesiz Riyad yönetimi, "Dubai Modeli"nin artan bu jeopolitik risklerini kendi ekonomi politikaları için bir avantaja çevirmeye çalışacaktır. 2021 başlarında Suudi Arabistan ekonomi yönetimi, 2024 yılına kadar bölgesel merkezlerini Suudi Arabistan'a taşımayan yabancı şirketlerin bu tarihten itibaren Suudi kamu ihalelerinden dışlanacağını ilan etmişti. "Program HQ" olarak ifade edilen bu yeni politika, önemli ölçüde büyük şirketlerin çoğunlukla bölgesel merkez olarak kullandıkları BAE'yi hedef almıştı. Bu dönemde söz konusu şirketler BAE'nin Suudi Arabistan'dan daha güvenli buldukları için bölgesel merkezlerin Riyad'a taşınması konusunda önemli bir direnç göstermişlerdi. Son saldırılar bölgede BAE ile ekonomik bir rekabete girişen Suudilerin elini güçlendirecektir.
Körfez bölgesindeki güvenlik açıkları
Son saldırıların açıkça gösterdiği başka bir husus da Körfez bölgesinde derinleşen güvenlik açıklarıdır. 2019 yılı ortalarında Suudi ARAMCO'ya düzenlenen saldırılar da Körfez'de ciddi güvenlik açığı olduğunu ortaya koymuştu. Bu saldırılar aradan geçen 2 yıldan fazla bir süreye rağmen başta enerji tesisleri olmak üzere kritik tesislerin güvenliğine dair kapsamlı bir çözümün bulunamadığını gösteriyor.
Son saldırıların ortaya çıkardığı güvenlik açıklarının bölgesel ve küresel aktörler açısından önemli sonuçları olacaktır. Öncelikle 2021 yılı ortalarında imzalanan İbrahim Anlaşmaları ile Körfez güvenliğinin aktif bir unsuru olmak isteyen İsrail'in bu saldırıları istismar ederek bölgedeki aktörlerle güvenlik temelli ilişkileri derinleştireceğini öngörebiliriz.[2] Bölge ülkeleri bir süredir balistik füze ve İHA saldırılarına karşı etkili olabileceğini düşündükleri İsrail'in "Demir Kubbe" hava savunma sistemleriyle ilgilenmekteydiler. İran'ın bölge genelinde genişleyen nüfuzunun yol açtığı tehditlere ilaveten ABD'nin son dönemde bölgedeki müttefiklerini fiili güvenlik şemsiyesinden mahrum bırakma stratejisi de bölge ülkelerini İsrail'e yakınlaşmaya zorlamaktadır.
İkinci olarak saldırının zamanlaması ve seçilen hedefler Körfez enerji kaynaklarına şiddetli bir biçimde bağımlı olan Kore, Japonya, Hindistan ve Çin gibi Asyalı aktörler için önemli bir mesaj içermektedir. 2019'da Japonya Başbakanı Şinzo Abe'nin Tahran ziyareti sırasında Japonya'ya yük taşıyan 2 petrol tankeri Umman Körfezi'nde saldırıya uğramıştı.[3] Bugünkü saldırıların Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in BAE'yi ziyareti sırasında gerçekleşmesi oldukça manidardır.
Saldırının akabinde BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in ile planlanan da dahil tüm uluslararası görüşmelerini iptal etti. Saldırlar ve seçilen hedefler Körfez enerji kaynaklarına bağımlı olan aktörlerin bölge güvenliğinde inisiyatif almaya zorlayacaktır. Çünkü hem 2019 yılındaki ARAMCO saldırıları hem de hafta başında BAE'ye düzenlenen saldırlar, ABD'nin bölgedeki fiili güvenlik garantilerini azaltmasının yol açtığı güvenlik açıklarını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hafta başında BAE'nin kritik tesislerine yönelik saldırlar küresel bölgesel çapta önemli sonuçlar doğuracaktır. Bölge enerji kaynaklarına şiddetli bir biçimde bağımlı olan Asyalı aktörlerin enerji güvenlikleri sağlamak için yakın gelecekte bölge güvenliğini sağlamaya yönelik bir politika takip edeceklerini söyleyebiliriz. Saldırıların gerçekleştiği gün Rusya, İran ve Çin'in Basra Körfezi civarında düzenlediği ortak deniz tatbikatı[4] bu kanaati güçlendirmektedir. Ayrıca bu saldırılarla daha görünür hale gelen güvenlik boşluğu, İsrail gibi bölgesel aktörelerin bölge güvenlik mimarisine aktif katılımını da kolaylaştıracaktır.
[Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanıdır] / AA
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.