1. YAZARLAR

  2. Baki ŞİMŞEK

  3. II. CEHALET VE TOPLUMSAL AHLAK
Baki ŞİMŞEK

Baki ŞİMŞEK

ETKİHABER
Yazarın Tüm Yazıları >

II. CEHALET VE TOPLUMSAL AHLAK

A+A-

II. CEHALET VE TOPLUMSAL AHLAK

─────────────────────────────────────────────────────

Cehalet kavramı, günlük dilde sıklıkla “bilgi eksikliği” ile eşanlamlı gibi kullanılsa da aslında çok daha derin ve çok boyutlu bir olgudur. Cehaleti yalnızca eğitim eksikliği şeklinde açıklamak yetersiz kalır; çünkü bazı insanlar yüksek derecede diplomalara sahip olsalar veya en üst düzey bürokrat olsalar dahi dogmatik bakış açısından kurtulamamış, eleştirel düşünceyi geliştirememiş olabilirler. Dolayısıyla cehalet, bilginin niceliğine değil, insanın düşünme, sorgulama, analiz etme ve kendi eylemlerinin sonuçlarını ahlaki açıdan değerlendirme kapasitesine bağlıdır. Bir başka deyişle, belirli bir alanda verili bilgilerle donanmış olmak, tek başına cehaletten uzak durmayı garanti etmez.

“Zalimlerin çarkı cahillerin çalışmayan kafaları ile döner” sözü, cehaletin toplumsal düzeyde nasıl bir ahlaki yıkıma yol açtığını çarpıcı şekilde ortaya koyar.

Zorba, baskıcı, çıkarcı ve hukuksuz düzenlerin ortaya çıkmasında, elbette tek bir faktör etkili değildir. Yine de tarih boyunca, diktatörlük, tek adamlık ve benzeri despotik rejimlerin yükselişinde kitlelerin büyük oranda edilgen hale getirilmesi veya zaten edilgen, yani sorgulamayan bir konumda bırakılması büyük önem taşımıştır.

Bu edilgenlik; sorgulamayı, itiraz etmeyi, adalet talep etmeyi gereksiz kılar, hatta tehlikeli görür.

Baskıcı yöneticiler, toplumu kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçirmek ya da sessizleştirmek için yetiştirdikleri propagandalar ile kitleleri sürekli bir ideal veya korku etrafında toplarlar. Bu kısır döngüde akıl, vicdan ve irade devre dışı kalır; yerine itaat ve körü körüne kabullenme geçer. Tarihte “tek adam” rejimleri bunun örneğidir.

Toplumsal ahlaka gelince, cehalet ortamında gelişen ahlak anlayışı da aynı oranda sığ ve yüzeysel kalır. Bu tür bir ortama özgü ahlak, çoğu zaman gerçek manada erdemli davranışları ödüllendirmek yerine, popülist ve yüzeysel dinî veya siyasi sembollerin yüceltilmesi ile kendini gösterir. Örneğin hiçbir zahmete girmeden “doğruluğu” sadece sözde ya da gösterişte sahiplenmek, fakat pratikte yolsuzluğu, haksızlığı ve adaletsizliği görmezden gelmek cehalet kaynaklı ahlak çöküntüsüne dönük tipik bir örnektir. 

Bu bağlamda haksızlıklara karşı sessiz kalan, düşünce tembelliği içinde doğruyu aramak yerine, güçlü görünen tarafa aidiyetle yetinen bireyler çoğaldıkça, zulüm mekanizmaları daha rahat işlemeye başlar.

Ülkemiz gibi tarihi boyunca pek çok hızlı toplumsal dönüşümlere sahne olmuş ülkelerde, cehalet ve ahlak arasındaki ilişkiyi incelemek ayrı bir önem taşır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde modernleşme çabalarının ve eğitim reformlarının hayata geçirilmesi, aslında cehaletle mücadelenin uzun soluklu bir parçasıydı. Ancak bu girişimler, çeşitliliği ve nitelikli eğitim anlayışını yaygınlaştırma konusunda çeşitli engellerle karşılaştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında “cehaletle savaş” sloganı etrafında yürütülen okuma-yazma seferberlikleri, Atatürk’ün de vurguladığı gibi en büyük cephelerden biri kabul edilmişti. Ne var ki bu çabaların sürdürülebilirliği ve toplumun her kesimine nüfuz edebilmesi her zaman kolay olmadı. Okuma yazma oranında yaşanan belirgin artış, beraberinde eleştirel düşünme becerilerini toplumun geneline yayma başarısını da aynı oranda getirmeyebildi.

Sonuç olarak, cehaletin köklerinin sadece eğitim sistemiyle değil, toplumsal, kültürel ve ekonomik faktörlerle de yakından ilişkili olduğu anlaşılmıştır.

Cehaletin neden olduğu ahlaki gerileme, farklı düzeylerde kendini gösterir. Ülkemizde ve özellikle kamusal alanda yolsuzlukların artması, nepotizm (kayırmacılık), toplumsal adaletsizliklerin normalleşmesi ve kadına, çocuğa, dezavantajlı gruplara yönelik her türlü istismarın göz ardı edilmesi, bu gerilemenin sonuçlarıdır.

Bu tür olaylar karşısında toplumsal farkındalığın düşük, tepkinin yetersiz veya örgütlü bir direnişin olmaması, sorunun cehalet boyutuyla ilintili olduğunu gösterir. Böyle bir yapı içinde yetki konumunda bulunan zalimler, çoğunlukla sorgulanmadan, görevlerini kötüye kullandıkları halde bulundukları mevkilerde kalmaya devam ederler.

İşte “Zalimlerin çarkı cahillerin çalışmayan kafaları ile döner” ifadesi, tam da bu mekanizmayı açıklamaktadır: Kolayca yönlendirilebilen, düşünmeyen veya düşünmeye teşvik edilmeyen bir kitle, her türlü baskının sürmesi için uygun ortamı sunar.

Dolayısıyla cehaletle mücadelenin aynı zamanda bir ahlak mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ahlak, yalnızca bireysel inanç ve davranışları düzenleyen bir kurallar bütününden ibaret değildir; tam tersine, toplumsal bilinci ve dayanışmayı canlı tutan, hakkaniyeti pekiştiren, zayıfların korunmasını sağlayan, farklılıkların bir arada ve uyum içinde yaşamasını mümkün kılan bir değerdir.

Bilinçli, aydın, sorgulayan bir toplumda ahlak, şekilsel dogmalar yerine derinlikli ve evrensel ilkeler üzerine inşa edilir. Böyle bir ortamda “yanlış” yalnızca hukuksal karşılığı olan bir suç değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir yozlaşma olarak görülür.

III. BİLİM VE CEHALET ARASINDAKİ FARK

─────────────────────────────────────────────────────

Margaret Atwood’un “Bilim cesaret verir, cehalet ise küstahlık” sözü, bilginin insan davranışları üzerindeki iki farklı etkisini vurgular. Bilim ve bilgi, bireyleri özgürleştiren, onlara eleştirel düşünme, analitik inceleme ve problemlere yaratıcı çözümler getirme becerisi kazandıran bir güçtür. Bilginin getirisi olan özgüven, çoğunlukla sağlam dayanaklara dayandığı için, kişi kendinin ve başkalarının haklarını, özgürlüklerini ve bütünlüğünü korumak hususunda daha bilinçli davranır.

Bilge kişi, kendi hatalarını da görmeye ve düzeltmeye açıktır; kendisini sorgulayabildiği ölçüde gelişir.

Öte yandan cehalet, bireyin muhakeme yeteneklerini körleştirir ve onu kibirli, kendinden başka hiçbir doğru görmeyen, farklı görüşlere saygı duymayan bir konuma iter.

Bu küstahlık, aslında temelsiz ve geçici bir özgüvenin ürünüdür. Çünkü cahil kişi, sahip olduğu bilgilerin yeterliliğinden ziyade, bilmediğini bile bilmeyecek kadar bilinçsizdir. Kendisine zıt veya farklı bakış açılarını düşman sayar, sürekli bir tepeden bakma eğilimindedir. Böylelikle gerçekte sahip olmadığı bir donanımı varmış gibi gösterir ve bununla çevresindeki insanları manipüle etme gücü elde ettiğini düşünür. Fakat herhangi bir eleştirel sorgulamayla karşılaştığında derin bir savrulma yaşaması kaçınılmazdır.

Bilim ile cehalet arasındaki bu fark, günümüz Türkiye’sinde de açıkça gözlenebilir. Örneğin kamuoyunda önemli tartışmalara konu olan sağlık, çevre, eğitim ya da teknoloji politikaları incelendiğinde, bilimsel verilerin yok sayılmasına varan tutumlarla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Özellikle sosyal medyanın yaygın kullanımı, bilgi kirliliğini de artırarak cehalet odaklı yaklaşımların hızla yayılmasına katkı sunmaktadır.

Özellikle ilköğretim çağındaki bireylere verilmesi gereken modern eğitim yerine hurafelere dayanan ve milli kimliğin ve kadim Türk kültürünün dışında yabancı kültürlerin empoze edilmesi ve eleştirisel düşünce yerine “tek adam” fikrinin aşılanmaya çalışılması; dün Suriye’deki çocuklara “sus, yerin kulağı var” şeklinde korku salınmasının bizlere de adapte edilmek istenebileceği beni endişeye sevk ediyor.  

Komplo teorileri, bilimsellikten uzak ilaç veya beslenme önerileri, sahte uzmanların ortaya çıkışı ve devletin bunların üzerine sert bir şekilde gitmeyişi gibi durumlar, bilginin yerine hurafenin hâkim olabileceği tehlikesini gözler önüne sermektedir.

Oysa bilim, yalnızca laboratuvarlarda veya akademik kurumlarda üretilen bir veri yığını değildir. Etik, ahlak ve toplumsal bilinçle etkileşim halinde olan, son derece insana özgü bir faaliyettir.

Bilimsel düşünce, merak ve sorgulamayla başlar. Bu sorgulamalarda elde edilen bilgiler, yanlışlanabilirlik prensibi ışığında yeniden değerlendirilir, sürekli gelişir ve derinleşir. Bilim, kişiye “Ben her şeyi bilirim” demek yerine, “Henüz bilmediklerimi keşfetmek zorundayım” deme cesaretini aşılar. Tam da bu nedenle, bilimin insana kazandırdığı özgüven, diğer insanlara tahakküm kurma çabasının ötesindedir. Bu özgüveni taşıyan insanlar, başkalarının düşüncelerini merak eder, farklı bakış açılarıyla diyalog kurmayı tercih eder ve gerektiğinde hatalarını kabul edip kendilerini revize ederler.

Cehalet ile bilim arasındaki farkın bir diğer boyutu da toplumsal düzeydedir.

Bilimsel yöntem ve bilgiye kıymet veren toplumlar, sorunlarını çözmek için akıl, mantık ve sağduyuyu rehber edinirler. Böyle toplumlarda yenilikler değer görür, tartışma kültürü ve özgür ifade yaşar.

Oysa cahillik, bilimden yoksun olduğu kadar etik prensiplerden de uzaklaştığında, geriye çatışma, korku, güvensizlik ve manipülasyon kalır. Bilimsel akla güvenmek, aslında aynı zamanda “birlikte düşünmenin” de kapısını aralar. Bireyler, kendi bildiklerini dayatmak yerine, kolektif bir öğrenme sürecine dâhil olur ve her yeni bilgi, ortak paydada değerlendirilecek bir kaynak haline gelir.

Ülkemiz özelinde, Cumhuriyet’in kurucu ideallerinden biri olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü de cehaletle mücadelenin aslında temel vurgularından birini oluşturur. Bu vizyon, halkın eğitim seviyesinin yükseltilmesini, modern bilim ve teknolojinin gerekliliklerinin benimsenmesini, aynı zamanda özgür düşüncenin yaygınlaşmasını hedefler.

Ancak bu hedefe ulaşmak, sadece resmî eğitim kurumlarının çabasıyla değil, daha geniş bir toplumsal farkındalıkla mümkündür. Basın, medya, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve aileler bilimin bu dönüştürücü gücünü benimsemeli ve topluma yansıtmalıdır. Aksi takdirde, “cehaletin küstahlığı” kendini farklı biçim ve mecralarda göstermeye devam eder.

Seçmek ve seçilmek için “cehaletin küstahlığı”nı yaratan ve onu kullananlar, iktidar hırslarından dolayı bir ülkeyi hatta bir coğrafi bölgeyi hatta ve hatta dünyayı ateşe atmaktan çekinmezler.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.