1. YAZARLAR

  2. Baki ŞİMŞEK

  3. IV. M.K. ATATÜRK’ÜN MESAJIYLA CEHALETLE MÜCADELE
Baki ŞİMŞEK

Baki ŞİMŞEK

ETKİHABER
Yazarın Tüm Yazıları >

IV. M.K. ATATÜRK’ÜN MESAJIYLA CEHALETLE MÜCADELE

A+A-

“En Büyük Savaş Cehalete Karşı Verilen Savaştır” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasında, eğitim ve kültür alanlarına yaptığı vurgu ile öne çıkar. Atatürk’e göre cehalet, toplumun gelişiminin önünde duran en büyük engeldir. Bu nedenle, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından başlayan devrimler, yalnızca siyasî ve hukuksal bir dönüşümü değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir dönüşümü de hedeflemiştir.

Harf Devrimi, Tevhid-i Tedrisat Kanunu (öğretimin birleştirilmesi), çağdaş eğitim anlayışını benimseyen okulların kurulması, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi bilimsel ve kültürel kurumların oluşturulması, hep bu mücadelenin parçaları olarak görülmelidir.

Türkiye’nin çok yönlü kalkınmasında eğitimin önemi elbette yadsınamaz. Ancak Atatürk’ün kastettiği “cehalete karşı savaş”, yalnızca okuryazarlığın artmasını veya Batılı tarzda eğitim kurumlarının çoğalmasını işaret etmez. Bu savaşın ruhunda, toplumu bilgi çağına taşıyacak adil, bilimsel, eleştirel düşünebilen, üretken ve özgün bireylerin yetişmesi vardır. Aynı zamanda ahlaki değerleri, vicdanî sorumluluğu, adalet ve hakkaniyeti de barındırır. Çünkü salt teknik bilgi veya diplomayla donatılmış ama ahlaki, vicdani ve insani değerlerden uzak bireyler, topluma faydadan çok zarar getirebilir.

Bu noktada Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ifadesiyle aslında bilginin kendi başına kutsanmadığını, ancak doğru yöntem ve insanî değerlerle bütünleştiği takdirde yol gösterici olabileceğini anlıyoruz.

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu savaşa büyük bir kararlılıkla girilmişse de zaman içerisinde farklı politik, ekonomik ve sosyal çalkantılar nedeniyle istikrarsızlaşma ve çarpık uygulamalar yaşanmıştır. Bazı dönemlerde, eğitim ve kültür politikaları popülist söylemlere kurban verilmiş, bilimin ve özgür düşüncenin ikinci plana atıldığı süreçler ortaya çıkmıştır. Bu da cehaletle mücadelenin sürekliliğinin ne denli önemli olduğunu kanıtlar.

Günümüz Türkiye’sinde ise maalesef, eğitimin nitelikten çok niceliğe önem verildiği, bilimin yerine belirli ideolojik yaklaşımların dayatıldığı veya kayırmacı anlayışların egemen olduğu gözlenmektedir.

Cehalete karşı verilecek bu en büyük savaşın neferleri, yalnızca öğretmenler, akademisyenler veya bürokratlar değildir. Sıradan vatandaşlar da kendi hayatlarının her anında bu mücadelenin bir parçasıdır.

Bilim ve aklın yetersiz kaldığı yerde, hurafeler ve dogmalar hızla boy gösterir. 

Örneğin;

-Sağlık alanında kanıtlanmamış yöntemlerin hızla yayılması,

-Siyasi arenada popülist ve gerçekçi olmayan vaatlerin prim yapması,

-Üniter devlet anlayışı yerine, federatif anlayışın empoze edilerek ülkenin ayrıştırılması,

-Kimi toplumsal değerlerin yozlaşması…

vb. pek çok konu, cehaletin yeniden güç kazanabildiğini gösterir. Dolayısıyla en büyük savaş, kesintisiz ve kararlı bir çabayı gerektirir.

Atatürk’ün ideali, tam anlamıyla “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirebilmektir. 

Bu ifadenin aslında hem ahlaki hem de bilimsel boyutu vardır.

Fikri hür olmak, dogmalara teslim olmadan, korkusuzca düşünmek ve düşündüğünü ifade etmek demektir.

İrfanı hür olmak, bilimi ve bilgiyi özgürce araştırmak, sakınmadan ortaya koymak, gerçeği savunmak anlamına gelir.

Vicdanı hür olmak ise insanın içsel adalet duygusunu, merhametini, sorumluluk bilincini korumak ve zulme ortak olmamakla ilgilidir.

Cehaletle mücadelede bu üç boyutun birleşmesi, toplumu ancak sağlam temeller üzerine oturtabilir.

─────────────────────────────────────────────────────

V. YUNUS EMRE’NİN ÖĞRETİLERİ VE AHLAKİ SORUMLULUK

─────────────────────────────────────────────────────

“Allah kimseyi yanlışı savunacak kadar cahil, doğruyu inkâr edecek kadar da nankör etmesin” sözüyle Yunus Emre, cehaletin ahlaki boyutuna derin bir vurgu yapar. Anadolu tasavvuf geleneğinin en büyük isimlerinden biri olan Yunus Emre, şiirlerinde ve söylemlerinde sevgi, hoşgörü, erdem ve adalet gibi değerleri merkezine alır. Onun mesajı, dinî ve kültürel farklılıklara rağmen, insanı kucaklayan ve yücelten bir anlayış olarak karşımıza çıkar. Bu yönüyle Yunus Emre’nin mesajı, toplumsal barış ve dayanışma için güçlü bir temeldir.

Cehalet, Yunus Emre için yalnızca okuma yazma bilmemek veya bilgi yoksunluğu değildir. İnsanlığın ortak değerlerinden, hakikat arayışından, sevgi, vicdan, merhamet ve namus gibi erdemlerden uzak kalmak da bir cehalet türüdür.

Yanlışı savunacak kadar cahil olmak, insanın başkasına zarar veren, zulmeden, haksızlık yapan bir eylemi onaylamak veya buna ortak olmak demektir. Doğruyu inkâr edecek kadar nankör olmak ise insanın olayları bile bile çarpıtması, gerçeğe sırt dönmesi ve çıkarları adına her şeyi meşru görme gafletidir.

Bu söz, günümüz Türkiye’sinde toplumsal ilişkilerimize ayna tutabilecek bir hikmet sunar.

Örneğin kamusal alanda özellikle gümrük idarelerinde karşılaştığımız yolsuzluk, rüşvet, nepotizm veya hukukta karşılaştığımız adaletsizlik vakalarında hâlâ dilsiz şeytan rolüne bürünen üst düzey bürokratların varlığı, cehaletin bu en tehlikeli boyutunu açığa çıkarır.

Şiddet, iftira, hak yeme veya insan onurunu hiçe sayan uygulamalara rağmen, bunları normalleştiren veya “bizden olanları koruma” güdüsüyle bilinçli bir şekilde susanlar da cehaletin gölgesinde kalmış bireylerdir. Yunus Emre, maneviyatı güçlü bir sevgi ve barış mesajı sunmakla birlikte, bu mesajın yaşayabilmesi için insana “gerçeği görme” sorumluluğunu da hatırlatır.

Bu bakımdan cehaletle mücadele, yalnızca kurumsal düzeyde değil, bireysel ahlak düzeyinde de gerekli olan bir süreçtir.

Yunus’un ifadesindeki “nankörlük” kavramı, şükürsüzlük ve kadir bilmezlik anlamına gelirken, aynı zamanda insanın elindekinin değerini görmemesine işaret eder. Bu, sadece manevi değerler için değil, pek çok toplumsal imkân ve nimet için de geçerlidir. Örneğin hukuk sistemi, adalet mekanizmaları, kamusal kaynaklar gibi insan yaşamını kolaylaştıran pek çok unsur, doğru kullanım ve takdir yerine suistimal edilebildiğinde, toplum “nankör” davranmış olur. Bu nankörlük, aslında cehaletin biçim değiştirmiş halidir.

Yunus Emre’nin sevgiyi, barışı ve hoşgörüyü merkeze alan anlayışını, cehaletle mücadelenin “insani boyutu” olarak değerlendirebiliriz.

Eğitim kurumlarında verdiğimiz bilgiler, toplumsal yaşantıda edindiğimiz deneyimler, eğer sevgi, anlayış, merhamet ve etik değerlerle harmanlanmamışsa, kuru bir bilgi birikiminden öteye geçemeyebilir. O bilgi, “yararlı” olmak yerine kaba, küstah ve zalim bir güç kaynağına dönüşme riski taşır.

Dolayısıyla, cehaletle savaşırken aynı anda insanı var eden manevi değerleri parlatmak da büyük önem arz eder. Yunus Emre’nin insan sevgisi öğretisi, bu felsefenin dayanak noktalarından biridir.

.....................

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.