Murat Birsel: "Türkiye komşularla savaşa hazır olmalı!"
Türkiye savaşa mı giriyor? Suriye ile savaşsa kim kaybeder? Türkiye için İran mı, İsrail mi tehlikeli? Türkiye savaşa girse NATO-BM yardıma gelir mi? Gündemdeki savaş senaryolarını ABD’de ‘Savaş İhtimalleri’ eğitimi alan Murat Birsel’le konuştuk!
AKSİYON / Suriye sınırından ekranlara yansıyan sıcak çatışma görüntüleri ‘Türkiye savaşa mı giriyor?’ sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Kamuoyu, çok değil, 2 yıl öncesine kadar ‘sıfır sorun’ vizyonunun işletildiği, vizelerin kaldırıldığı Suriye ile aradan geçen zamanda karşılıklı ‘top atışı’ noktasına nasıl gelindiğini sorguluyor. Sadece Suriye değil. İsrail, Irak ve İran’la süren gerilimli ilişkilerden de endişeli… Siyaset, medya ve akademi zemininde ‘Sıfır Sorun’un ‘Sırf Sorun’a dönüştüğünü iddia edenler de az değil!
Peki, gerçekten ülke savaşa mı gidiyor? Biz de bu mühim soruyu farklı bir isme, Murat Birsel’e yönelttik. İlk bakışta ‘Murat Birsel’ tercihi şaşırtabilir. Onun bu yönü pek bilinmiyor zira. Hâlbuki Birsel aramızdaki gizli uluslararası ilişkiler uzmanlarından. Dahası, masterini ABD’de savaş ihtimalleri üzerine yapan belki de tek isim. ‘Türkiye ile Yunanistan’ın savaşma ihtimali tezini, kendi geliştirdiği olasılık formülüyle yazması büyük takdir görmüş University of North Texas’ta. Master bitmeden asistanlığa alınmış, çalışması Amerikan Kongresi Kütüphanesi envanterine işlenmiş. Amerika dönüşü (1987) gündelik konular üzerine yazılarıyla öne çıksa da ‘savaş ihtimali’ alanından kopmamış.
ODTÜ’de savaş teorileri ve modelleme üzerine ders vermiş, düşünce kuruluşlarına makaleler yazmış. Sıra dışı tezi vatani görevi sırasında da işine yaramış. Askerliğini Genelkurmay Başkanlığı Genel Plan Prensipler Dairesi’nde proje subayı (yedek subay) olarak yapmasına kapı aralamış. ‘Bol yıldızlı’ subaylarla savaş ihtimalleri üzerine ‘gizli’ çalışmalar yürütmüş... Bir bakıma teorinin uygulamasını da görmüş.
Birsel (53), Türkiye’de gazete köşelerinde, biraz da komplo teorilerine bulanarak tartışılan ‘savaş senaryoları’nın Batı başkentlerinde üzerinde titizlikle durulan bir bilim dalı olduğunu vurgulayarak başlıyor söze. Üniversitelerde master, doktora bölümlerinin, istihbarat birimleri ile ordularda ‘Savaş Olasılıkları’nın çalışıldığı özel birimlerin olduğunu hatırlatıyor. Yeni gelişmeler çerçevesinde sadece düşmanlarla değil, dost ülkelerle de savaşma ihtimali raporlarının güncellendiğini aktarıyor: “O noktadan bakıldığında Türkiye’nin bu alanda yeterince ilerleyemediği görülüyor. Arap Baharı’na ters rüzgâra hazırlıksız yakalanması, süreçte ‘sürprizlere’ maruz kalması Ankara’da olasılık hesaplarında daha geniş bir yelpaze kullanmaya dönüşürse bu çalkantılı ortamdan büyük tecrübeyle çıkabiliriz…”
Akıllı devletlerin her türlü olasılığı bilimsel tabanda çalışmadan sürpriz hamle yapmadığını, adımlarını kapasite-eylem denklemi çerçevesinde attığını belirtiyor. Arap Baharı sürecinin Türkiye’ye kapasite-eylem noktasında kendini test etme imkânı sunduğunu anlatıyor: “Türkiye Arap Baharı marjında bir iki sürpriz yaşadı. Öngöremediği olaylarla karşılaştı. Hâlbuki bizim öncesinden her türlü ihtimali çalışmış, çözüm planını hazırlamış olmamız gerekiyordu. Karar aşamasında sivil-asker işbirliği olması, sorunların düşünce merkezlerinden gelen raporlar çerçevesinde en ince ayrıntısına kadar çalışılması ve neticede lidere her türlü ihtimalin sunulabilmesi esastır. Masaya ‘Z planı’ dahi konur. Sürpriz yaşanmaz yani! Sürpriz yaşatan da koltukta kalmaz. Genel felsefe kazanmak olsa da olay zarar kontrolüdür. Tabii bunun için istihbaratının, düşünce merkezlerinin ve saha uzmanlarının kaliteli, etkin olması şart. Türkiye bu noktalarda Suriye krizi ile sahada kendini sınadı. Bazı dersler çıkardı ki istihbarat bütçesinde önemli bir artırıma gidildi!”
Murat Birsel, İran’ın da Rusya’nın da Arap Baharı ile yeniden şekillenme sürecine giren Ortadoğu’yu Türklere bırakma niyetinde olmadığını vurguluyor. Mavi Marmara ile Türk jetinin düşürülmesini bu pencereden okuyor. Bölgedeki büyük ‘takım’ların ‘holiganlarını’ Türkiye üzerine şuurluca gönderdiğini düşünüyor: “Birkaç yıl önce küresel platformda ‘ulus devletin’ sonu tezi işleniyordu. Son dönemde yaşananlar bize ‘ulus devlet’ modelinin güçlenerek döndüğünü, beraberinde de az kutuplu dünya düzenini getirdiğini hissettiriyor. Bugün Ortadoğu’da holiganlar üzerinden aslında büyük oyuncular kapışıyor… ABD, Rusya, Çin kapışıyor. Eğer Türkiye kapasitesine, eksenine bakmaksızın müstakil politikalarla yol almaya çalışırsa yeni sürprizlerle yüzleşebilir… Yeniden güçlenen PKK ayakkabımızın içine taşlardan biri mesela!” Şuurlu bir oyun oynandığına vurgu yapıyor: “Türkiye’nin asabını bozup fevri hareket etmesini istiyorlar. Şimdiye kadar sağlam durduk. Kim dost, kim düşman yoklamaları çektik ama Türk milletinin genetiğinde ‘Düşmanı eninde sonunda yeneriz evvel Allah molekülü’ olmasa yaşananlar millette sinir bırakmayacak bir gerilimdir aslında.”
Baştaki soruyu yöneltiyoruz; “Türkiye’nin komşu ülkelerle savaşma ihtimali var mı?” ‘Yok’ diyemedi… ‘Hatta korkuyorum’ diye başladı söze: “Türkiye, Arap Baharı vesilesiyle Ortadoğu’da sistemik değişime soyundu. Yani zor bir işe girişti. Sistemik değişimden kasıt Suriye’nin kontrolünü Rusya’dan almak. Rusya’nın, İran’ın arka bahçesinde bir demokrasi serası kurmak. Model Türkiye ama demokrasi ithal aşıyla olmuyor. İnşallah iklim sağlanır da kendi içinden filizlenir. Bir de İsrail var ki derdi bölge hep sıcak olsa da kestaneler soğumasa. Filistin’de mısır patlatsalar roketatarla cevap veriyor. Türkiye aynı sertlik noktasına gelse kıyamet kopar. Ortaokul avlusunda çocukların kavgasına veli karışması gibi bir olay olur. Gel gör ki veliye tekme atan şımarık çocuklar var. O şımarıkların (İsrail) babası (ABD) okula en yüksek bağışı yaptığı için müdür görmezden geliyor! İşte benzer bir durum Türkiye-Suriye sınırında yaşanıyor. Havan-top mermisi atılıyor, uçağımız düşürülüyor. Türkiye’den savaşarak Şam’daki sistemi değiştirmesi isteniyor. ‘Kavga etmeyeceksen kabadayılık yapma’ mesajı veriyorlar. Bu tahrik elbette ama Eğer Türkiye bölgesinde sistem değiştirecekse, savaşa da hazır olmalı. Hazır değilse de olana kadar sistemik değişiklik iddiasından uzak durmalı… Bu hâlde savaşa girsek de ‘Galiptir bu yolda mağlup’ düsturuyla iş yapmış oluruz.”
Asıl Rusya ile İran’dan kaçınılması gerektiğini aktarıyor. Nükleer silahı, enerji kartı, etkili istihbaratı ve stratejik derinliği bulunan bu iki komşuyla sürtüşmeden kaçınılması gerektiği tezini savunuyor: “İran’ın şakası olmaz. Rusya’nın da. Her iki ülkenin de bölgemizde önemli çıkarları, hayati kazançları var. Ayrıca arkalarında dev gibi ‘Çin’ duruyor. Türkiye ise hasta yatağından kalkıp bırakın koşayım enerjisi gösteren delikanlı gibi. Sessizce askerî kapasitesini, istihbaratını güçlendirmeli. Mesela istihbarat birimlerimiz, muktedir rakipleri gibi bölgedeki tüm liderlerin güncel olaylar karşısında takınacağı tavrı önceden tespit edebilecek donanıma ulaşmalı. Nitelikli bilgi lazım bize. Soft power (yumuşak güç) elbette önemli ancak hard power (askerî güç) olmadan işe yaramaz. Hakeza ekonomimiz de yeterli değil. Kısacası iyice ‘palazlanmadan’ ortaya atılmamalı. Zira söylemini icraata dökemezse itibarsızlaşır. Çalışmadan imtihana girmemeli! Real politik dediğin; ‘Minare çalmak en büyük ahlaksızlık’ diye nutuk atılırken kürsünün arkasından 10 kılıf örüldüğüne uyanmaktır.”
NATO-BM yardıma gelmeyebilir..
Türkiye’nin İsrail ile savaşma olasılığını soruyoruz. O durumda, Obama ile yakalanan olumlu atmosfere rağmen Washington’un Tel Aviv’i koruyacağını vurguluyor: “İsrail güçlü bir devlet. Ancak oyuncu değil. Amerika’nın holiganı modunda. Türkiye İsrail’le savaşın eşiğine gelirse Washington müdahale eder, önler. Her iki ülkeyi de kaybetmek istemez. Ancak şöyle de bir durum var ortada; İsrail ABD’nin ileri karakolu durumunda. Mesela yeni Suriye ABD eliyle kurulursa, Şam’da etkinliği bize değil Tel Aviv’e bırakır.”
Burada önemli bir noktanın altını çiziyor… “İran, İsrail ve Amerikalı Neo Con’larda Mesih beklentisi var. Mesih’in gelebilmesi için de dünyada büyük yıkımın, savaşın yaşanması gerekiyor. Dolayısıyla İran gibi İsrail de Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşının patlak vermesinden kaçınmaz. Bu amaç doğrultusunda paralı askerler marifetiyle bazı örtülü operasyonlar dahi hesaba katılmalı. Abartma diyenler, Madeleine Albright çalışsın!”
Mavi Marmara saldırısına, düşürülen jete de aynı zaviyeden bakıyor. Yani amaç Türkiye’nin dengesini bozmak, gardını düşürmek: “Eğer Türkiye sıkletten düşerse Suriye, İsrail, Irak, İran, Rusya hepsi üzerine atlar. Türkiye’nin bölgede güçlenmesi onların alanını daraltıyor çünkü. Suriye ve Irak’ı bertaraf ederiz ancak İsrail, Rusya, İran’la bilek güreşi zor geçer. Rusya ile çatışırsak, olaya ABD, Batı, Çin ve İran da girer, üçüncü dünya savaşı patlak verir. Türkiye ne pahasına olurda olsun Çin’i yanına çekebilmeli. Dolayısıyla Çin’i iyi çalışmalı.”
Böylesi savaş durumunda tarihî ittifaklara, müttefiklere de güvenilmeyeceğini ileri sürüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın NATO ve BM’ye yüklenmesini ‘test’ olarak görüyor. Başımızın sıkışması durumunda NATO’nun, BM’nin yardıma gelmeyeceğini vurguluyor. Ankara’nın İran’la sergilediği sakin tavrın bazı eski müttefikleri tedirgin ettiğini belirtiyor: “Birileri ‘İran’a haddini bildireceğiz’ derken bizim Türk diplomatlar İranlı muhataplarıyla en az 3 kez öpüşüyor. Verilen fotoğraf bir gün bize dönecek hâliyle… Mesela 1989’da Almanlar ‘biz Türkiye için savaşmayız’ demişlerdi. Türkiye bugün savaşa girse Almanya, Fransa yine yardıma koşmaz.”
"İran’la dostluk maçı yapmıyoruz!"
Kürecik’e konuşlandırılan NATO radarı ile bölgedeki yerleşik denklemin değiştiğini iddia ediyor. Rusya’nın da İran’ın da bu hamleyi kolay hazmedemeyeceklerini belirtiyor. PKK desteğini ve doğuda yakalanan İran ajanlarını hatırlatıp Tahran’ın yakından izlenmesi gerektiğini düşünüyor: “NATO radarı İran’ın hava saldırı-savunma sistemini etkiledi. Çok rahatsız. Rusya da aynı durumda. Esed desteklerinin bir yönü de buna dayanıyor. Buradaki hassas nokta Esed gibi Tahran’ı da köşeye sıkıştırmamalıyız. Köşeye sıkışırsa kayıtsızca saldırır. Her adımını yakından izlemeliyiz. Dostluk maçı oynamadığımızı görmeliyiz artık.”
"Başörtüyü savunmaktan hiç geri durmadım"
Darbe dönemlerinde dahi başörtüyü savunmaktan geri durmadım. Bir insanın giyimi yüzünden eğitim hakkını elinden alamazsınız. Sakalını kesmeyip YÖK’e inat istifa eden 1980’lerin profesörleri, başörtüsünü çıkartmayı reddeden genç kızları neden anlayamadılar? Bunları aşmamız lazım. Etek boyuna, başörtüsüne takılırsak sadece düşman sevinir.
"Devleti Adnan Kahveci’den öğrendim"
’İzmir-Karşıyaka’da doğdum (1960). Gazeteciliğe 20 yaşında Yeni Asır’da başladım. Aynı zamanda Rapor’da ‘Öte Yandan’ başlığıyla dış politika köşem vardı. 20 yaşındaydım ama 15 yaşında gözüktüğümden Yazı İşleri Müdürümüz Neşe Düzel, köşe yazdığımı söylememi yasaklamıştı. 1984’te 9 Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdim. Uluslararası ilişkileri öğrenmek için aynı yıl ABD’ye gittim. University of North Texas’da uluslararası ilişkiler masterine başladım. ‘Fayda hesaplama modellerini’ uluslararası ilişkilere entegre eden Prof. Dr. Bruce Bueno de Mesquita ile 3 yıl çalıştım. 1987’de Türkiye’ye döndüm. Dönemin başbakan başdanışmanı rahmetli Dr. Adnan Kahveci danışmanlık teklif etti. 1988-91 arası birlikte çalıştık. Devleti ondan öğrendim. Ardından TRT, Sabah, ATV, NTV, TV8, Cine 5, Vatan, Star, Bugün TV’de çalıştım. Ama Türk kamuoyu beni ‘Gündemdekiler’ programıyla sevdi.”
Özal suikastı aydınlatılamazsa ülke normalleşmez!
1988-91 arasında Adnan Kahveci’nin danışmanı sıfatıyla Başbakanlık’ta çalıştım. Rahmetli Turgut Özal’la da sık sık görüşüyorduk. İletişimimiz yazılı medyaya geçtiğimde de sürdü. Tüm halkın sevdiği bir şahsiyetti. Zehirlenmesi kadar devletin onu koruyamaması da acı geliyor bana. Çankaya’da devletin başı zehirlenebiliyorsa, bildiğimizin dışında da bir Türkiye var demektir. Türkiye’nin 11 Eylül’ü gibi... Dehşete kapılmamak elde değil! Yürütülen araştırmayı bu açıdan hayati bir mesele olarak görüyorum. Olayın tüm boyutu, iç ve dış ayağı aydınlatılmalı. Mesele partiler üstü ele alınmalı. Akim kalmamalı. Olayın ardından Semra Özal Hanım ilk benim programıma çıktı. Cevaplarında şüphe vardı ama kesinlik yoktu. Ben üsteledim hatta o ‘Gündemdekiler’ programında konuşulanlar Meclis tutanaklarına geçti. Bir işaret fişeği oldu. Bir vesile ile şüphelerimden Kaya Toperi’ye de bahsettim, “Zannetmiyorum” dedi. Bugün devlet rahmetlinin zehirlendiğini açılarsa üzüntüm isyana dönecek. Nasıl olur da devlet, istihbarat birimleri cumhurbaşkanını koruyamaz! Neden ambulansı bulunmaz, akıl alacak gibi değil!
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.