1. HABERLER

  2. TV - SİNEMA

  3. ÖZCAN DENİZ RÖPORTAJI!
ÖZCAN DENİZ RÖPORTAJI!

ÖZCAN DENİZ RÖPORTAJI!

ÖZCAN DENİZ, SAMANYOLU DİZİSİNDEKİ NEJAT KARAKTERİYLE EKRANLARA DÖNDÜ. HAYATINDA BÖYLESİNE İMKÂNSIZ BİR AŞK YAŞAMADIĞINI SÖYLEYEN DENİZ, "NEJAT GİBİ BİRİ YOK," DİYOR

A+A-

Özcan Deniz, tanıyınca farklı hissedeceğiniz karakterlerden biri. Önyargılardan kurtulmak için onunla bir söyleşi süresince bile olsa sohbet etmek gerekiyor. 'Şarkıcı mı, oyuncu mu' ikilemi arasında kalarak gittiğim bir röportajdan farklı bir Özcan Deniz tanıyarak döndüm. Biraz kırgın bir adam, kendini anlatmaya çalışmaktan yorulmuş, biraz da pes etmiş bir hali var. Kafayı işini iyi yapmaya takmış, bu sıralar deyim yerindeyse uyumuyor, dizi setinden sahne programına koşturup duruyor. Ama nasıl oluyorsa hepsine de yetişiyor. Röportaj ve sonrasındaki fotoğraf çekimi boyunca fazlasıyla mükemmelliyetçi olduğunu anlamak zor olmuyor. Belli ki basına güveni kalmamış, ona önyargıyla yaklaşanlar onu önyargılı biri haline dönüştürmüş. Ama içten içe hâlâ insanlara inanmak istiyor, tıpkı fotoğraf editörümüz Tijen Burultay ve bana güvenmek istediği gibi... Umarım yanılmamıştır...

- İnternet sitenizde en son Çeşme'de vurulduğunuzun haberi var ve orada kalmış, hayat bitti mi o olayla?
- Hayatımı tamamen altüst eden bir olay değildi ama ruhumda bazı değişikliklere yol açtı. Çevremdeki herkes bir teste tabi tutuldu. Testi geçebilen oldu, geçemeyen oldu. Altı ay böyle bir süreç yaşadım, kim yakın, kim uzak, kim dost, kim değil, kim samimi...

- Çok elenen oldu mu?
- Çook. Hastanede altı ay bacağım havada, ölümle burun buruna yaşadım. Mermi yarım santim daha farklı bir noktadan gitse ölecektim, doktorlar altı ay bana yürüyüp yürüyemeyeceğimi söylemediler.

- Bu kadar ciddi bir olay olarak yansımadı ama...
- Ben bunu kullanmadım, yürüyüp yürüyemeyeceğimi bilmeden altı ay geçirdim. Üç ayı hastane odasında, üç ayı evde geçti. Çok yakın zannettiğim birçok arkadaşım sadece mesaj çekti, birçok arkadaşım kilometrelerce uzaktan yanıma gelmişlerdi. Günlerce odamdan çıkmadan benimle kalanlar oldu, bir çiçek göndermekle yetinenler oldu.

BU DERECE İMKâNSIZ BİR AŞK YAŞAMADIM
- Samanyolu dizisinde platonik aşkın yüceltildiği bir durum var.
- Aslında platonik bir durum değil. Romana göre bu aşk platonik başlıyor ama çok sonra karşılık buluyor. Dizi senaryosunda günümüz seyircisine hitap etmek adına bir değişiklik yapıldı ve bu aşk başından beri karşılıklı. Fakat kendilerince ahlaki bir durumdan ötürü, çevre baskısı nedeniyle, kuzen oldukları için, öğretilerden dolayı bunu hep içlerine gömmüşler. Bunu yeteri kadarı açığa vuramamışlar.

- Akraba yakınlaşması dizi için bıçağın da keskin tarafı aynı zamanda...
- Tabii. Çengeli orası bu dizinin. Birçok insan ensest diye yaklaştı ilk başlarda...Hikâyede açığa çıktı ki, gerçek kuzen değillermiş. Seyirci de bu ilişkinin olmayacağı tepkisini verdi, yani hikâye doğru gidiyor, imkânsızlık hem dizide hem de izleyenler kanadında net. Son derece heyecanlı ilerleyen bir senaryoya dönüştü. Araya entrikalar, aile içi çatışmalar girdi, bir yandan aşk var, kıskançlık var, tüm bunlar harmanlanınca izleyen için son derece keyifli ve seyirlik bir hal aldı dizi.

- Siz hiç bu derece imkânsız bir aşk yaşadınız mı?
- Hayır yaşamadım. Bu denli değildi. İmkânım el verdiğince bir şeyler yaşadım ben! (gülüyor)

ARTIK KENDİMİ GÖSTERMEK İÇİN SOYUNMAM
- Bir ara çıplak pozlar verecek kadar cesur bir adamdınız, hâlâ cesur musunuz? Fotoğrafları ona göre çekeceğiz (gülüyorum)
- Hava soğuk, yazı bekleyin (gülüyor). Soyunmak projeyle ilgili. Ben oyuncuyum. Artık kendimi göstermek için soyunmam.

- O zaman kendinizi göstermek için mi soyundunuz?
- Bir tanesinde öyleydi... Aşkın Dağlarda Gezer'i çekerken Urfa'da, birçok deneyimli oyuncuyla birlikteydik. Haliyle aynı şartlarda çalışıyordum, benden de bir şey istendi. Bir sahnede soyunmam istendi, kabul etmeyince sette soğuk bir hava esti. Ben o dizi 'şarkıcı gitmiş dizi çekmiş' gibi algılanmasın diye özel çaba sarfediyordum. Benim hikâyemdi çünkü. Bir gazetede 'Yine bir türkücü dizisi' geliyor diye bir başlık görünce çok canım sıkıldı. Dikkat çekmek için o sahneyi kabul ettim.

- Tüm vücudunuz epilasyonlu mu?
- Tövbee, tövbee... Epilasyon falan yaptırmadım. Kıllı bir adam değilim, o anlamda baba tarafına çekimişim.

- Herhalde, biseksüel olmadığınızı mahkeme kanalıyla ispat eden tek kişisiniz...
- Ben biseksüel değilim, savaşını vermiyorum. Bununla ilgili bir rapor alıp, ispat etme çabası içinde de değilim. Bu bir hakarettir de demiyorum, çünkü bu bir yaşam tarzıdır ve bu yaşam tarzını benimsemiş insanlar vardır. Ama ben biseksüel değilim, böyle bir yaşam tarzım yok. Bana böyle söylenerek dendi, bu yolla biri prim yapmaya çalışıldı. Bunu yapanı mahkemeye verdim.

- Tüm ailenin sorumluluğu sizin omuzlarınızda mı?
- Ailemi çok seviyorum, ekonomik düzeyi yüksek bir aile değiliz. Kendi geçim kaynaklarıyla kendini finanse edemeyen aile üyelerimiz var. Ama bunlar çalışan, işleri güçleri olan insanlar, bunlara ara ara destek olmaya çalışıyorum. Ama birinci derece aileme destek veriyorum diyemem, onlar zaten hak sahibiler kazandığımdan, o bir destek değil.

- Gelelim Samanyolu dizisine. Hayatın içinde Nejat gibi birisi var mı?
- Bilmem... Ben görmedim çünkü. Nejat öyle biri ki, çocukluğundan beri bir aşka takık, bunu hayatının merkezine yerleştirmiş, sürekli onun etrafında dönen bir adam, ne yaparsa yapsın uzaklaşamayan, o aşkın çekim alanında, 35 yaşlarında, dünyayı gezmiş olmasına rağmen, onca kadın tanımış olmasına rağmen, bu çocukluk aşkından kurtulamayan biri. Böyle biri var mıdır bilmiyorum? Ama olmaması doğal çünkü böyle birine sık rastlanır olsaydı roman kahramanı olamazdı.

GERÇEK SANAT YOKLUKTAN, YOKSULLUKTAN ÇIKAR


- Ne şarkıcı ne de oyuncu olarak tanınmadığınız dönemde bile tiyatro yapmışsınız, içinizde oyunculuk hep var mıydı?
- Çocukluğumdan beri uğraşıyorum oyunculukla. Aydın'da yaşıyorduk, bölgesel tiyatrolar kurmuştuk. O tiyatrolarda oyunlar yazıp, oynuyorduk.

- Mahallenin serserisi değildiniz yani.
- Okul arkadaşlarımla birlikte grup kurmuştuk, bizden büyükler vardı. O tiyatro grubuyla turnelere çıkıyorduk, Ege bölgesi civarında. Sonra aradan zaman geçince şarkıcılık bana para kazandıran bir şeye dönüştü. Haliyle hayatımda daha fazla yer edinmeye başladı. Ama bir taraftan hikâyeler yazmaya devam eden, sinemayı takip eden, oyunculukla ilgili her şeyi okuyan, araştıran biriydim. Ben 18 yaşında şehrimize gelen tüm tiyatroları takip ediyordum. Hatta İstanbul'a gelmiştim albüm yapmak için, cebimde beş kuruş para yoktu, albüm yapmak istiyordum ama Devlet Tiyatroları'nın tüm oyunlarını da takip ediyordum.

- Zor olan duyguları mı dürtüklüyor?
- Üzerinize toprak atılsa, yükler bindirilse oradan çıkmanız zordur. Ama bir kuyuyu kazıp içine girmek daha kolaydır. Tarihte de böyle, birçok sanatçı ve müzisyen Rönesans döneminde sefalet içinde ölmüş.

- Siz deyim yerindeyse 'yırtan' birisiniz, bu özelliğiniz mi iki kesime de yaklaştırıyor sizi?
- Sanatsever insanlar doğru malzemenin bilincinde, onlar Âşık Veysel'i, 'Aman be, Allah'ın köylüsü,' diye dışlamaz ki... Âşık Veysel'i alır başının tacı yapar. Kimileri de beni 'Özcan çok delikanlı çocuk, bizim oralı, ne güzel giyiniyor,' diye sever. Ama benim yaptığım müzikle, sanatla, adını koyarak yorumlayamaz, yani teknik anlamda yorumlayamaz. Ama arada bir kesim var ki, sıkıcı olan, çoğunlukta olan, perde var bunların gözünde. Önyargılarla boğuşan bir kesim bu, sana, 'Dünkü türkücü değil mi,' diye bakan, 'Ya bu Anadolu'dan gelen çocuk değil mi, kendini sosyeteye satmaya çalışıyor,' diyenler vardır.

- Üzüyor mu bu kesim sizi?
- Beni şu anlamda üzüyor, her şeyi kısırlaştırıyorlar. Şöyle düşünün, dünyada şu an markalaşmış müziklerin hepsi o ülkelerin sokak müzikleri. Tango, Arjantin'in genelevlerinden çıkan bir müzik. Flamenko, İspanya'nın sokak müziği. Blues, Amerika'nın demiryolu işçilerinin müziği. Bizim sokak müziğimiz insanların yıllarca burun kıvırdığı arabesk. İşte bu aradaki kesim yüzünden. Burun kıvrıldığı için, dikte edildiği için, hani bir TRT kültürü vardı ya, 'Onu dinleme, bunu dinle, onu izleme bunu izle,' bu nedenle bu kesim doğdu. Ama o aşağıladığımız müzik türünün, Avrupa ülkelerindeki müzik marketlerde özel bölümleri var.

- Eski arabeskçilerimizin, sosyetenin en gözde mekânlarında sahne almalarını nasıl değerlendiriyorsunuz, mesela Müslüm Gürses...
- Bu bir anlamda günah çıkarmak gibi bir şey. Müslüm Gürses'ten özür dilemek gibi bir şey aslında. Müslüm Gürses'i model olarak seçip, bu muameleye maruz kalan müzisyenlerden özür dilemek. Müslüm Gürses hâlâ değeri bilinememiş sanatçılarımızdan biri.

- Neden kendinizi geliştirmeye takıntılısınız? Takıntı demeyeyim de, bu konuda hırslısınız?
- Asmalı Konak'tan sonra beni tanıma lütfunda bulundu insanlar. İnsan bir gecede değişebilir mi? Kendi içinde bir gelişme varsa, bu yaşımla ilgili. Asmalı Konak'ta bir yükseliş noktası yaşadım kariyerimde, ondan sonra bütün antenler (gülüyoruz) yanlış anlaşılmasın ironik bir şey söylemedim, algılar bana yöneldi. Haliyle insanlar beni tanıma gayretinde bulundu. 'Daha önce tanıdığımız adamdan farklı bu,' dediler. İşin içine haksız saldırılar girdi. 'Geçmişinden utanıyor,' dediler. Geçmişinden utanan adam Neredesin Firuze gibi bir filmi çeker mi? Benim geçmişimin en sakil hali o film. Yani aldım geçmişimi film yaptım. Ben böyle bir şey yaparken, 'Geçmişinden utanıyor, kendini sosyeteye satmaya çalışıyor,' diyorlar. Sınıf problemi yaşadığımı düşünüyor insanlar... Zamanında böyle plastik bir algı oluştu.

- Şu anki noktada oyunculuk mu, şarkıcılık mı ağır basıyor? Ne olur 'ikisi de benim çocuğum' klişesine girmeyin ama...
- İkisi de benim çocuğum değil ama biri ağır basmıyor. Şu an bile haftanın iki-üç günü sahnede iki-üç günü setteyim. Şarkıcılık benim içime işlemiş bir alan. Şarkıcılıkla ilgili kendimde çok yeni bir şey keşfetmiş değilim. Oyunculuk öyle değil, hamur gibi yeni yeni şekil verdiğim, oluşturduğum bir kariyer, bir alan.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.