İstanbul
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, ABD seçimlerine bir hafta kala ülkeye hakim olan atmosferi AA Analiz için kaleme aldı.
***
5 Kasım 2024'te Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yapılacak başkanlık seçimleri son dönemdeki en çekişmeli ve tartışmalı seçimlerden biri olarak tarihe geçecek. Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump, eğer seçimi Demokrat Parti adayı Kamala Harris kazanırsa 3. Dünya Savaşı'nın çıkacağını ve demokrasinin sona ereceğini söylüyor. Harris tarafı ise Trump'ın kazanmasının bir felaket olacağını iddia ediyor.
Dünyanın en büyük hegemon gücü olan ABD’de yapılacak başkanlık seçimleri ister istemez herkesi ilgilendiriyor. Seçimler, Ukrayna-Rusya savaşını nasıl şekillendireceği, Joe Biden yöneteminin Gazze’yi ve Güney Lübnan’ı yıkıma götüren İsrail’e koşulsuz silah ve politik desteğinin Kamala veya Trump yönetiminde de devam edip etmeyeceği ve Çin’le yaşanan gerilimin bir sıcak çatışmaya evrilip evrilmeyeceği gibi küresel birçok jeopolitik parametreyi gerilim hattında tutuyor.
Özellikle sona yaklaştıkça yapılan anketlerde adayların oy oranlarının çok yakın olması, tarafların yoğun bir medya ve yıpratma savaşı vermesine neden oluyor. Kısacası, seçimi kim kazanırsa kazansın Amerikan toplumu tarihinde hiç olmadığı kadar ayrışmış görünüyor.
ABD seçimlerinde eski politikacıların adaylara destek açıklamaları alışılmış bir gelenektir. Ancak bu seçimlerde alışılmadık bir şekilde Taylor Swift ve Beyonce gibi şarkıcı ve sanatçılar, hatta Elon Musk gibi milyarderler kampanyalarda doğrudan kendi adaylarına destek açıklamaktan çekinmedi. George Walker Bush döneminin şahin başkan yardımcısı eski Cumhuriyetçilerden Dick Cheney'nin Demokrat Parti adayına destek açıklaması, eski Demokratlardan, bağımsız aday Robert F. Kennedy Jr.'ın ise adaylıktan Trump lehine çekilmesi bu seçimlerin şaşkınlığa yol açan hamleleriydi.
ABD'de çözüm bekleyen temel sorunlar
Dünya, ABD seçimlerini küresel sistemin nasıl şekilleneceği merakıyla izlese de seçimde sadece Amerikalılar oy kullanacağı için aslında sandıkta onların sorunlarına getirilecek çözüm önerileri yarışacak. Adayların Amerikan vatandaşlarının acil çözüm bekleyen gerçek sorunlarını pek az gündeme getirdiği de yapılan eleştiriler arasında yer alıyor. Örneğin, ABD’de çoğu üniversite ücretli olduğu için yüzbinlerce üniversite mezununun kredi borçları bulunuyor. Bu borçlara sürekli işleyen faizlerin durumu, asgari ücretin yükseltilip yükseltilmeyeceği, enflasyon nedeniyle yaşam masraflarının artması ve sabit gelirlilerin geçimlerini sağlayabilmek için birden fazla işte çalışmak zorunda kalmaları, ev fiyatlarının gelirlere orantısız şekilde artması ve kredilerin geleceği, göçmenlerin yasal durumlarının daha sıkı kurallarla düzenlenip düzenlenmeyeceği ve özellikle de makul bir ücretle herkesin erişebileceği sağlık sigortasına sahip olması gibi konular ABD'li seçmenleri kuşkusuz dış politikadan çok daha fazla ilgilendiriyor.
Lobiler ve adayların dış politika tercihleri
ABD’de yaşayan Yahudiler ve Müslüman Araplar açısından ise yeni başkanın dış politika tercihleri yerel politika tercihlerinden daha önemli. Örneğin, İsrail’e koşulsuz destek isteyen siyonist Yahudiler bir taraftan Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) gibi büyük çatı lobi kuruluşları aracılığıyla politikacıları markaja alırken, diğer taraftan üst düzey bireysel ilişkiler yoluyla adaylara ve adayların ekiplerine büyük finansal destekler sağlıyor.
Bu desteklerin karşılığı olarak da ister başkan düzeyinde ister bakanlar veya bürokratlar düzeyinde olsun ABD yönetimi, İsrail'e bölgede ne kadar saldırgan ve ABD kanunlarıyla ters düşen politikalar izlerse izlesin finansal, askeri ve politik destek vermeye devam ediyor. Liderlerin çoğu biliyor ki eğer İsrail’e engel olmaya çalışırlarsa ABD’deki siyonist kuruluşlardan ne bir daha finansal destek alabilirler, ne de tekrar aday olabilirler. Bu nedenle hem Trump hem de Harris her fırsatta İsrail'in menfaatleri için en iyi mücadele edecek adayın kendisi olduğunu vurguluyor.
Öte yandan adayların İsrail’e koşulsuz destek sözlerini her fırsatta yenilemesi Müslümanları, Arap nüfusu ve sol kesimin belirli bir bölümünü son derece rahatsız ediyor. ABD’deki Müslüman nüfusun oylarının çoğunluğunu almalarına rağmen Demokrat Parti adayı Harris, Müslüman seçmenlerin kaygılarını giderecek hiçbir politika önermedi.
Demokrat Partinin Müslüman seçmenlere yönelik yaklaşımı özellikle son birkaç seçimden beri "oylarınızı bize değil de ırkçı Cumhuriyetçilere mi vereceksiniz?" şeklinde umursamaz bir tavrı yansıtıyor. Demokrat Partinin, İsrail’in Gazze’de ve Lübnan’da işlediği insanlık suçlarını ve soykırım eylemlerini engellemek yerine sürekli mühimmat ve para desteği sağlaması ABD'li Müslümanları, sol kesimi ve insan hakları savunucularını çileden çıkarıyor. Bu öfke ve sıkışmışlık hali seçimlerde, özellikle salıncak eyaletlerde, Demokrat Partinin aleyhine işleyecek gibi görünüyor.
Ayrıca, Ukrayna ve Rusya arasında devam eden savaşta ABD’nin Ukrayna’ya maddi ve askeri desteğinin seçim sonuçlarına göre devam edip etmeyeceği de tartışılıyor. Görünen o ki genelde savaşlara ve ABD yayılmacılığına eleştirileriyle bilinen Demokrat Parti uzun yıllardan beri daha şahin politikalar benimsiyor. Tam tersi bir politik kültürü temsili eden Cumhuriyetçi Parti ise Trump ile birlikte savaşları durdurma ve içerdeki sorunlara odaklanma politikasını benimsemiş görünüyor. Bu minvalde, Ukrayna’ya askeri desteğin devam etmesi gerektiğini savunan aralarında eski Cumhuriyetçilerin de olduğu güç odakları açık bir şekilde Harris’i destekliyor.
Salıncak Eyaletler
Son yapılan anketlerde, Harris’in özellikle Michigan gibi Müslüman ABD'lilerin yoğun yaşadığı salıncak eyaletlerde çok sert oy kayıpları yaşadığı görülüyor. Salıncak eyaletlerdeki seçmenlerin bir kısmının oy kullanmaya gitmeyeceği veya üçüncü bir parti olarak Yeşillerin adayı Jill Stein’e oy verecekleri tahmin ediliyor. ABD politik sisteminde şu ana kadar 1968’deki George Wallace ve 90’lı yıllardaki bağımsız aday Ross Perot dışında iki büyük partiye rakip olabilecek derecede öne çıkan bir üçüncü aday ortaya çıkmadı. Yahudi olmasına rağmen birçok Müslüman ve Arap'tan daha çok Filistin’i ve insan haklarını savunan Jill Stein'ın, ABD politik sistemindeki kısıtlar ve finans sağlamadaki sorunlar nedeniyle genel oy dağılımında yüzde 5'lere ulaşması bile sürpriz olacak gibi görünüyor.
Ancak eğer Trump bu seçmen kitlesinin çoğunu kendi tarafına çekebilirse bu tercih sonuçları ciddi oranda etkileyecektir. Bu minvalde Michigan’da yaşayan Müslüman liderlerin barış sözü verdiği için Trump’ı destekleyeceklerini açıklaması önemlidir.
ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçları oy çokluğuyla belirlenmiyor. Adayların eyaletlerde aldığı oy oranları hangi parti çoğunluğu elde etmişse o eyalet adına "Electoral College" adı verilen bir seçiciler kuruluna gönderilecek adayların hangi partiden olacağını belirliyor. Hangi aday oyların mutlak çoğunluğunu elde ettiyse, o eyalet bu seçiciler kuruluna çoğunluk oyları alan adayın parti temsilcilerini gönderiyor ve aslında ABD başkanını bu heyet seçiyor.
Bazı eyaletlerde sürekli aynı parti oy çokluğu elde etse de salıncak eyaletlerde her seçimde farklı partinin başkan adayı kazanabiliyor. Salıncak eyaletlerde, Pensilvanya 19, Georgia 16, Kuzey Carolina 16, Michigan 15, Arizona 11, Wisconsin 10, Nevada 6 ve Florida 30 parti temsilcisi gönderiyor. Dolayısıyla, sayısal olarak düşünüldüğünde bu eyaletlerin göndereceği seçiciler heyeti üyelerinin sonucu belirleyeceği görülüyor. Adaylar böylesi dengede giden seçim kampanyalarında salıncak eyaletlerde durumu kendi lehlerine çevirmek amacıyla yoğun bir mücadele veriyor.
ABD seçim sonuçlarının Türkiye’ye etkisi
Yeni ABD başkanının Türkiye’ye yönelik tutumu ülkemizin güvenlikten finansa, bölgesel tehditlerden küresel meydan okumalara karşı nasıl tavır alacağını da doğrudan ilgilendiriyor. FETÖ terör örgütünün elebaşı Fetullah Gülen’in ölümünden sonra ABD’nin örgüte karşı nasıl bir tavır takınacağı, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü PKK uzantısı PYD gibi yapılara silah sevkiyatlarının durdurulup durdurulmayacağı, Türkiye’ye yönelik ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) yaptırımlarının kaldırılıp kaldırılmayacağı, Türkiye’nin F-35 programına geri dönüp dönmeyeceği gibi konular ikili ilişkileri sürekli geren dosyalar olarak masada bekliyor.
[Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanıdır.] AA