Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerindeki rekabet kızışırken güzel haber Karadeniz’den geldi.
29 Mayıs’ta İstanbul’dan demir alan Fatih sondaj gemisinin Sakarya gaz sahasında yaptığı çalışmalarda önemli miktarda bir rezerv keşfettiğini 21 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan duyurdu. Erdoğan’ın açıklamasına göre Fatih sondaj gemisi 320 milyar metreküp doğalgaz keşfetti. Bugüne kadar Türkiye’nin keşfettiği miktar 3,3 milyar metreküptü. Küçük bir hesapla Fatih sondaj gemisinin keşfettiği rezervin bunun yüz katı olduğu ortaya çıkıyor. Bu keşfi Türkiye’nin tamamen kendi imkanlarıyla ve kendine ait deniz alanında gerçekleştirdiğini, dolayısıyla hukuki veya siyasi açıdan üzerinde herhangi bir tartışmanın söz konusu olmadığını not etmekte fayda var.
Bu keşifle Türkiye, modern sınırlarına kavuştuğu tarihten itibaren yoksun olduğu enerji kaynaklarına kavuşmuş oldu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilen sınırlara bakıldığında, Türkiye’yi petrol yataklarından uzak tutacak şekilde belirlendikleri açıkça ortaya çıkıyor. Musul’un Irak sınırları içinde kalması için çok yoğun çaba sarf eden İngiltere’nin, bunun için Türkiye ile savaşı göze alması bile bu bağlamda değerlendirilebilir.
Savunma sanayi alanındaki milli kapasite artırımıyla birlikte düşünüldüğünde, enerji kaynaklarına sahip bir Türkiye’nin, Doğu Akdeniz başta olmak üzere birçok bölgede oyun kurucu bir aktöre dönüşmesi artık daha kolay olacaktır.
Ekonomik gelirden daha fazlası
Türkiye’nin enerji tablosuna bakıldığında, bu keşfin birçok açıdan önemli olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye enerji açısından dışa bağımlı bir ülke. Ortalama yüzde 70 civarında olan enerji bağımlılığında yüzde 90-95 ile en yüksek oran doğalgaza ait. Enerji fiyatlarının düşük seviyelerde seyrettiği dönemlerde bile Türkiye’nin yıllık enerji gideri ortalama 40-50 milyar doları bulabiliyor. Doğalgaz ithalatının bu maliyet tablosu içindeki yeri ise yüzde 25 civarında. Hem maliyetleri hem de söz konusu bağımlılığı azaltmak için Türkiye son yıllarda önemli adımlar attı. Kömür, hidroelektrik, petrol, yenilenebilir enerji, nükleer enerji santrallerin inşası gibi alternatifleri devreye sokarak enerji kaynaklarında çeşitliliği artırma yoluna gitti. Ayrıca en fazla ithal edilen doğalgazda ise son yıllarda Azerbaycan ve ABD’den ithalatı artırarak tedarikçi kaynağını çeşitlendirmiş oldu. Böylece hem kendi lehine bir finansal rekabet ortamı oluşturdu hem de jeopolitik mücadelede karşı karşıya olduğu Rusya, İran ve ABD’yi dengelemiş oldu. Türkiye’nin mecbur kaldığı uzun dönemli anlaşmaların yenilenme tarihinin yaklaştığı bir dönemde bu rezervin keşfedilmesi, tam da bu denge oyununda Türkiye’nin elinin daha fazla güçlenmesi anlamına geliyor.
Bu tablo, Karadeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervinin yalnızca ekonomik boyutuyla değil, stratejik açıdan da epey önemli ve dolayısıyla Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda uluslararası siyasette alacağı konum açısından da tarihi bir dönüm noktası olduğuna işaret ediyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında, keşfedilen 320 milyar metreküp doğalgaz rezervinin değeri yaklaşık 65 milyar dolar ve son on yıllık ortalama tüketim miktarı açısından değerlendirildiğinde ise tek başına bu rezerv Türkiye’ye sekiz yıl yetecek miktarda. Bu miktar bile, 2023’te kullanıma girmesiyle birlikte, tüketicilerin ödeme miktarında yaşanacak azalmanın yanında, önümüzdeki beş yıl içinde cari açığın azalması ve ekonomik göstergelerin iyileşmesi anlamına geliyor. Ayrıca sürekli ekonomik operasyonlara maruz kalan bir ülke olan Türkiye’nin ekonomik kırılganlığını da bir ölçüde gidereceğini ifade etmek gerekiyor. Ancak hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Enerji Bakanı Fatih Dönmez bu rezervin bir başlangıç olduğunu ve aynı bölgede yeni rezervlerin keşfedileceğini açıkladı. Bu senaryoda, Türkiye’nin enerji piyasalarında belirleyici bir aktör ve ihracatçı bir konuma gelmesi oldukça gerçekçi bir beklenti oluşturuyor.
Karadeniz’de keşfedilen rezerv, potansiyelini ve kabiliyetlerini sergileyen Türkiye’nin karşısında, Doğu Akdeniz’de varlık gösteren rakiplerine iki seçenek sunuyor: Ya Türkiye’den yana duydukları endişe üzerine kurulu gerginliği artırma yoluna gitmeleri ya da Türkiye’nin bu potansiyelinden faydalanmak üzere hakkaniyetli paylaşım üzerine kurulu işbirliğine kapı aralamaları.
Stratejik bir kaldıraç
Enerji rezervlerinin keşfedilmesi, ekonomik getirisinin yanında, aynı zamanda stratejik bir kaldıraç niteliğinde. Küresel boyutta Türkiye’nin rekabet ettiği ve sürekli dengeleme ihtiyacı duyduğu ABD ve Rusya’nın, bölgesel düzeyde rekabet ettiği İran ve Suudi Arabistan’ın, birçok bölgede Türkiye’nin karşısında düzen bozucu rol oynayan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) önemli ölçüde enerji kaynaklarına sahip olduğunu ve bu kaynaklardan elde ettikleri gelirle agresif bir dış politika izlediklerini ifade edebiliriz. Elbette bu ülkelerin kaynaklarını aynı verimlilikte kullandığını ifade etmek ise güç.
Keşfedilen doğalgaz rezervlerinin, Türkiye’nin yönelimi açısından bakıldığında, en önemli stratejik katkısı, şüphesiz otonomi yönünde attığı adımları hızlandırması olacaktır. Dış politikada otonomi, bir ülkenin hedef belirlemesi ve bu hedeflere ulaşmak için gerekli araçlar ve siyasi iradenin diğer ülkelerden bağımsızlaşmasıdır. Ancak otonomi belirli riskleri de beraberinde getirir. Bağımlılığı azaltmak yeni gerginlik alanlarının oluşmasına zemin hazırlar. Etrafında yeni jeopolitik kırılma riskleriyle yüz yüze kalan Türkiye’nin bu riskleri bertaraf etmek için gösterdiği irade ve savunma sanayi başta olmak üzere bağımlılığını azaltması, gerek Rusya’nın gerek ise ABD’nin Türkiye’ye farklı alanlarda maliyet üretecek politikalar uygulamasına yol açtı.
Siyasi iradenin becerisi tam da otonominin oluşturduğu riskleri bertaraf etmesi gerektiği anlarda kristalleşir. Dengeleyici manevralar ve kapasite üretme, siyasi iradenin bu bağlamda en çok ihtiyaç duyacağı araçlardır. Özellikle Suriye ve Libya krizlerinde Türkiye’nin etkin dengeleyici manevra yapma kabiliyeti birçok örnekte görüldü. Keşfedilen enerji kaynaklarının kapasite artırımı konusunda oynayacağı rol bu anlamda tamamlayıcı bir etken olacaktır.
Keşfedilen doğalgaz rezervlerinin, Türkiye’nin yönelimi açısından bakıldığında, en önemli stratejik katkısı, şüphesiz otonomi yönünde attığı adımları hızlandırması olacaktır. Dış politikada otonomi, bir ülkenin hedef belirlemesi ve bu hedeflere ulaşmak için gerekli araçlar ve siyasi iradenin diğer ülkelerden bağımsızlaşmasıdır.
Doğu Akdeniz rekabetine yansımaları
Savunma sanayi alanındaki milli kapasite artırımıyla birlikte düşünüldüğünde, enerji kaynaklarına sahip bir Türkiye’nin, Doğu Akdeniz başta olmak üzere birçok bölgede oyun kurucu bir aktöre dönüşmesi artık daha kolay olacaktır. Türkiye bugüne kadar Doğu Akdeniz’de kendi aleyhine oluşan denklemler, haritalar ve ittifakları bozmak için birçok karşı hamle yaptı. Yunanistan, Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) kendi aralarında yaptığı anlaşmaları ve ilan ettikleri deniz alanlarını tanımaması, Libya ile imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, Oruç Reis gemisinin Doğu Akdeniz’de donanma ile gerçekleştirdiği sondaj faaliyetleri bu anlamda açık örnekler.
Karadeniz’de keşfedilen rezerv, potansiyelini ve kabiliyetlerini sergileyen Türkiye’nin karşısında, Doğu Akdeniz’de varlık gösteren rakiplerine iki seçenek sunuyor: Birincisi, Türkiye’den yana duydukları endişe üzerine kurulu gerginliği artırma yoluna gitmeleri; ikincisi ise Türkiye’nin bu potansiyelinden faydalanmak üzere hakkaniyetli paylaşım üzerine kurulu işbirliğine kapı aralamaları. Bugüne kadar birinci yolu tercih eden rakip ülkelerin yine bu seçeneği tercih etmeleri durumunda önemli bir kazanım elde etmeleri mümkün değil. İkinci yolu tercih etmeleri durumunda ise “kazan-kazan” formülünün işlemesi mümkün olacaktır.
Yersiz Korkular
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 320 milyar metreküplük keşif müjdesini verdiği andan itibaren kamuoyunda oluşan sevincin yanında çeşitli tepkiler ve korkular da dile getirildi. En belirgin korku ise petrolün Orta Doğu ülkelerinde oluşturduğu etkilere benzer sonuçların Türkiye’de ortaya çıkabileceğine yönelikti. Bu anlayışa göre “kara lanet” olarak adlandırılan petrol, Orta Doğu’da kurumsallaşmanın önüne geçmiş, otoriter rejimleri beslemiş ve rantiye devletinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yaklaşımın kısmen doğruluk payı bulunmasıyla birlikte, bu teori üzerinden Türkiye ile analoji kurulması doğru ve tutarlı bir düşünce değil. Unutmayalım ki petrol Orta Doğu’da birçok devlet kurulmadan önce keşfedildi. Dönemin küresel güçleri bölgesel dizaynı ve sınırları petrol yataklarına göre şekillendirdi. Günümüz Türkiye’si ise uluslararası siyasette otonom bir stratejiye sahip, kurumsallaşmasını güncelleyebilen, demokratik potansiyelini ortaya koymuş, endüstriyel gelişimi takip edebilen ve dinamik, genç bir nüfusa sahip bir ülkedir. Dolayısıyla doğalgaz ya da diğer enerji kaynaklarını kullanarak rantiye devlet anlayışını yerleştirme eğilimindeki her iktidar başarısızlığa mahkûm olacaktır.
[Orta Doğu'da otoriteryenizm, demokratikleşme, asker-sivil ilişkileri alanlarında çalışan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Veysel Kurt aynı zamanda SETA Stratejik Araştırmalar Direktörlüğü'nde görev yapmaktadır]
AA