Başbuğ neyi ima etti?

Ergenekon Davası'nın tutuklu sanığı İlker Başbuğ'dan ilginç gönderme. Başbuğ, yargılamayı yapan mahkemeyi, Sultan Abdülaziz'i öldürmekle suçlananların yargılandığı özel bir mahkeme olarak kurulan Yıldız Mahkemesi'ne benzetti.

SON.TV/ Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, kendi internet sitesinde yazdığı yazıda, 132 yıl önce yapılan ve tarafsızlığı hala tartışılan bir yargılamaya gönderme yaptı.

"Ergenekon" Davası'nın tutuklu sanıklarından eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 132 yıl önce yaşanan Midhat Paşa Davası ile bugünün özel yetkili mahkemelerinde görülen davalar arasında benzerlikler olduğunu savunarak, "İbretlik 132 sene önce yaşanan Midhat Paşa davası gibi siyasi davalardan gerekli dersler çıkartılabilseydi, bugün de aynı durumlarla karşı karşıya gelinir miydi? Elbette hayır!" ifadelerini kullandı.

Başbuğ'un kaleme aldığı "İbretlik Midhat Paşa Davası ve Bugün" başlıklı yazı, "www.ilkerbasbug.com.tr" adlı internet sitesinde yayımlandı.

Babıali'de 1840'ta memuriyete başlayan, Padişah Abdülaziz tarafından beklenmedik şekilde sadrazamlık makamına getirilen Mithad Paşa'nın bu görevinin, "düşüncelerini açıklamakta temkinli davranmadığı" için 3 ay sürebildiğini anlatan Başbuğ, sonraki yallarda Mithad Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa, Harbiye Nazırı Hüseyin Avni Paşa'nın Şeyhülislamın verdiği fetva üzerine Padişah Abdülaziz'i tahttan indirip V. Murad'ı getirdiğini, daha sonra da V. Murad'ın yerine II. Abdülhamid'in padişah olduğunu hatırlattı.

Bu olayda birinci derecede rol oynayan Mithad Paşa'nın sadrazam olduğunu aktaran Başbuğ, sonraki yıllarda II. Abdülhamid'in, Padişah Abdülaziz'in öldürüldüğü iddialarını incelemek üzere soruşturma açtırdığını, bazı kimselerin de tutuklandığını, Midhat Paşa'ya yurt dışına çıkmasının tavsiye edildiğini kaydetti.

Başbuğ, yazısında gelişmeleri şöyle aktardı:

"II. Abdülhamid'in padişahlığa getirilmesinde başrol oynayan Paşa, Padişah'ın kendisine bir kötülük yapabileceğini düşünemiyordu. 1881'de korktuğu gerçekleşti. Bir gece tutuklandı. Midhat Paşa, vapurla İzmir'den İstanbul'a getirildi. Yolda 11 saat sorgulandı, cinayete yardım etme suçunu reddetti. Yıldız Sarayı'na götürülerek orada Çadır Köşkü'nde nezarete alındı. Burada da 10 gün sorgulandı. Bu arada saraydan verilen işaret üzerine, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde Abdülaziz'in öldürülmüş olduğuna dair yayına başlandı. Ahmet Midhat Efendi'ye Midhat Paşa'yı itham eder nitelikte makaleler yazdırılarak, aleyhinde bir kamuoyu oluşturulmasına çalışıldı."

Yargılamanın Yıldız Sarayı'nda Malta Karakolhanesi yakınında kurulan çadırda İstinaf Cinayet Mahkemesi'nde yapıldığını belirten Başbuğ, duruşmalarda, diğer sanıkların Abdülaziz'i öldürdüklerini kabul ettiklerini, ezberletilmiş gibi olayı iddianamede yazıldığı şekilde aynen tekrarladıklarını aktardı.

"Savunma hakkı ya vardır ya da yoktur"

Başbuğ, Abdülaziz'in intihar ettiğinin hukuken sabit olduğunu anlatan Mithad Paşa'nın, olayın şahitlerinin dinlenilmesini istediğini belirterek, gelişmeleri şöyle anlattı:

"Midhat Paşa'nın diğer sanıklara soru sorma talepleri de kabul edilmedi. Böylece saatler geçti. Midhat Paşa anlatıyor, tartışıyor kendisini savunmaya çalışıyordu. Bir ara Mahkeme Başkanı Hristo Efendi sözünü kesmek isteyince, şunları söyledi. 'Efendi, savunma hakkı ya vardır ya yoktur. Ben seni eskiden beri tanırım. Bu iddianamenin sadece başındaki besmele ile sonundaki tarih doğrudur. Neden? Sultan Aziz'in vefatını, merhumun annesinden sormuyorsunuz? Çünkü ciğerparesi olmasına rağmen vicdan ve Allah korkusu olan herkesin yalan söylemeyeceğini biliyorsunuz. Zihinler, istikametini kaybederek şeytana ve iftira atılmasına karar verdikleri zaman, beni insanlar içinde öyle çıkarır ki bizzat şeytanın bile yüzü kızarır. Bu mahkemeye ne lüzum vardır? Şahit dinlememek, delil ve belgeleri incelememek, bilirkişilere itibar etmemek, kanunları ayak altına aldıktan sonra mahkemeye ne lüzum var? Tanzimattan önceki duruma geri döndüğümüzü gördüğüm için çok üzgünüm. Bu benim için sizin vereceğiniz bir ölüm kararından daha acıdır. Bazı mahkemeler vardır ki şeklen biter, aslında devam eder. Sanıklarla mahkeme heyetinin yer değiştirdiği vaki olan bu safhada, hakim tarihtir. Ben sizleri, cümleten bu büyük hakime tevdi ediyorum."

Mahkemenin Midhat Paşa'yı oy çokluğuyla idama mahkum ettiğini bildiren Başbuğ, yabancı devletlerin baskıları sonucunda, Abdülhamid'in cezanın aynen uygulanmasına cesaret edemediğini, bunun üzerine Midhat Paşa'nin, Taif'e sürüldüğünü ve 7 Mayıs 1884'te Abdülhamid'in gizli emriyle orada boğdurulduğunu kaydetti.

Benzerlikler

Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, yazısında, 132 yıl önce yaşanan Midhat Paşa Davası ile bugünün özel yetkili mahkemelerinde görülen davalar arasında benzerlikler olduğunu savunarak, bunları şöyle sıraladı:

"- Soruşturma safhası gizlidir. Ancak bu safhada medyaya yapılan servislerle kişileri itham eden yazılar yazılmıştır. Bu görevi de dünün ve bugünün Ahmet Midhat'ları büyük bir başarı ile yerine getirmişlerdir. Böylece, kişiler daha mahkemeye çıkarılmadan kamuoyu gözünde mahkum edilmeye çalışılmıştır.



- İstinaf Cinayet Mahkemesi de özel bir mahkemedir. Normal mahkemeler varken, Midhat Paşa bu mahkemede yargılanmıştır. Bu mahkeme, Yıldız Sarayı'nda adeta Padişah'ın gölgesi altında görev yapmıştır. Özel yetkili mahkemeler de cezaevi kampüsünün içinde kurulmuştur.

- İstinaf Cinayet Mahkemesi için bir çadır kurulmuş, dinleyiciler duruşmalara biletle girmişlerdir. Saray, nedeni anlaşılmaz bir şekilde, bu mahkemenin sadece içeriğini değil, görüntüsünü de adeta bir çadır tiyatrosuna çevirmiştir. Özel yetkili mahkemelerde, spor salonunun duruşma salonuna dönüştürüldüğü bir alanda yargılamalarını yapmışlardır. Başta, Ergenekon davasının yaratıcısı Tuncay Güney olmak üzere birçok kişi, Ergenekon davasının bir tiyatro olduğunu açıkça söylemişlerdir.

- Midhat Paşa'ya sanıkların sorgusu esnasında, sanıklara soru sormasına izin verilmemişti. Aynı durum sık sık özel yetkili mahkemelerde de yaşanmıştır. İddianameler gerçeklerle hiç bağdaşmamaktadır. Nitekim, Midhat Paşa bunu, 'Bu iddianamenin sadece başındaki besmele ile sonundaki tarih doğrudur' diye ifade etmiştir. Bugünün iddianameleri için bu hususlar bile geçerli değildir.

Midhat Paşa, ısrarla Abdülaziz'in annesinin tanık olarak dinlenilmesini istemiş ancak bu talebi kabul edilmemiştir. Benzer durum bugünlerde de aynen yaşanmış, davanın sonucu açısından hayati öneme haiz tanıkların dinlenilmesinden, mahkemeler özenle kaçınmışlardır. İbretlik 132 sene önce yaşanan Midhat Paşa davası gibi siyasi davalardan gerekli dersler çıkartılabilseydi, bugün de aynı durumlarla karşı karşıya gelinir miydi? Elbette hayır!"

YILDIZ MAHKEMESİ NEDİR?

Sultan Abdülaziz, 30 Mayıs 1876 tarihinde tahttan indirilerek Feriye Sarayı'nı hapsedildi. 4 gün sonra bilekleri kesilerek ölü bulundu, önce intihar ettiği kabul edildi. Ancak 5 yıl sonra 1881'de yeni tanıkların ortaya çıkması ve doktorların intihar etmediği yönünde görüş bildirmesiyle Sultan II. Abdülhamit'in emriyle ölümden sorumlu tutulanların yargılanmasına karar verildi. Tanıklar arasında Sultan Abdülaziz'in çocuk yaştaki cariyesi Pervin Felek Hanım ile öldürdüğünü itiraf eden Pehlivan Mustafa Çavuş da bulunuyordu.

Sadece bu davaya bakmak üzere Yıldız Mahkemesi kuruldu. Yıldız Sarayı'nın bahçesinde kurulduğu için adını saraydan aldı. Eski padişah V Murat ve annesi Şevkefza Sultan ile Midhat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Damat Mahmut Celaleddin Paşa, Damat Nuri Paşa'nın da bulunduğu toplam 20 kişi yargılandı.

Duruşmaların yerli ve yabancı kişilere açık olacağı ilan edildiyse de, bir çok kişi duruşmalara alınmadı. V. Murat ve annesi Şevkefza Sultan yargılama süresince tutuklu bulundukları halde duruşmalara hiç getirilmediler.

29 Haziran 1881'de Mahkeme Başkanı Ali Sururi Efendi kararı açıkladı. Midhat Paşa, Damat Mahmut Celaleddin Paşa, Damat Nuri Paşa'nın aralarında bulunduğu 9 kişi idama, 2 kişi de 10 yıl hapse mahkum edildi.

25 kişilik Yargıtay, 15 kabul 10 red oyuyla mahkemenin kararını onadı.

Bu kararlar günümüze kadar tartışıldı. Hatta Sultan II. Abdülaziz'in devlet içinde kendine karşı olanları tasfiye atmek amacıyla sahnelediği iddia edildi.