Milletin seçtiklerine hiç bir zaman değer vermediler. Yakın siyasi tarihimize bakın, milletin seçtiği muhtar da olsa belediye başkanı da olsa başbakan da olsa her zaman kibirleri ile onları ezmek istediler. Ancak hamdolsun milletimiz iradesine sahip çıktı, seçimine sandığına sahip çıktı ve kendi tercihlerinin o elitlerinin kibrinden daha üstün olduğunu her fırsatta gösterdi. Muhtar bile olamaz diyerek hem şahsım hem de tüm muhtarlarımızla alay ediyorlardı. Millet o kardeşinizi milletvekili, başbakan ve halk oyu ile seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı makamına çıkardı. Millet tarafından seçilmiş olmak bu d ünyada ulaşılacak payelerin en büyük en yükseklerinden biridir. İster muhtar, belediye başkanı, milletvekili olsun ister Cumhurbaşkanı olsun. Milletin teveccühüne mazhar olmak rütbelerin en büyüğüdür. Muhtar kardeşlerimiz son derece önemli bir makamda bulunuyorlar. Bunu böyle bilmenizi özellikle hatırlatmak isterim. Demokrasinin yerelde başladığını defalarca söyledim. Bunun gereğini de yapmak için elimden geleni yaptım. Demokrasi önce ailede, evde, köyde mahallede demokrasi ne kadar güçlenirse ülkenin genelinde de o kadar güçlenir ve standartları o kadar yükselir. Muhtarlarımız demokrasinin çekirdeği denecek bir öze sahiplik yapıyorlar.
MUHTAR AYLIĞINI 880 LİRAYA ÇIKARDIK
Biz evlerden sokaklara, sokaklardan caddelere semtlere oradan da tüm 780 bin kilometrekareye yayılan bir siyasi mücadele verdik. Tabandan, yani köy ve mahalleden yola çıkıp en tepeye giden bir yol böyle bir istikamet izledik. Onun için muhtarlar en fazla önem verdiğimiz en fazla yol arkadaşlığı yaptığımız kesim oldu. İBB Başkanlığımda da İstanbul muhtarları ile işbirliği yapmanın gayreti içinde oldum. Başbakan olduğumda muhtarları unutmadık, Cumhurbaşkanı olduğumuzda da unutmadık. İnşallah sizleri hiç bir zaman ihmal etmeyecek yolumuza böyle devam edeceğiz. Muhtarlarımızın en önemli sorunlarından birinin ücret sorunu olduğunu biliyoruz. 2002 yılında Kasım göreve geldiğimizde muhtarlarımızın eline geçen aylık ücret o zaman 97 TL idi. Benim kayıtlarda 97 yazıyor. 2005 yılında düzenleme yaptık ve 245 TL'ye yükselttik. Sonra yine bir iyileştirme yaparak 456 olan muhtar aylığını 880 liraya çıkardık. O zaman arkadaşlarıma şunu söyledim asgari ücretin altında olamaz bunu bulmamız lazım dedim. 2002'de 97 lira bugün 880 lira. Nominal olarak 12 yıl içinde yüzde 800 oranında arttırmış olduk ki bu en yüksek zam anlamına geliyor.
MUHTARLARIN TEK İŞİ MÜHÜR BASMAK DEĞİLDİR
Ayrıca 2005 yılında belediye kanunlarında değişiklik yaparak belediyelerden ayni yardım ve destek getirdik. Artık isteğe bağlı değil buradan yardım yapmalısınız dedik. Bir çok muhtarlığımız belediyelerden destek almaya başladı. İnşallah Türkiye'nin ekonomisi büyüdükçe muhtarlarımızın bu ücreti artacak bizler de bunun takipçisi olacağız. Bir hükümet hakikaten başarılı bir icraat sergilemek istiyorsa muhtarlıklarla olan diyaloğunu çok iyi noktalara taşımak zorundadır. Bir siyasi parti de başarılı olmak istiyorsa belediye başkanlarını uyarmalı onlar da muhtarlarla ilişkilerini en iyi noktaya taşımalıdır. Çünkü onun eli ayağı gören gözü duyan kulağı kim olacaktır muhtar olacaktır. Akıllı bir siyasetçi bunu yapar. Ama ideolojik davranırsa o zaman kendisi de kaybeder ülke de kaybeder. Halkın oyları ile seçilmiş olmak halkın tercihine teveccühüne mazhar olmak hiç kuşkusuz bizlere olduğu gibi sizlere de büyük mesuiliyet yüklüyor. Muhtarların vazifesi sadece mühür basmak değildir. Yasaların yüklediği sorumluluk ve yetkinin ötesinde her bir muhtar kardeşimiz Türkiye'nin ufku doğrultusunda çalışmalıdır. Ekonomik kalkınma yerelde başlar. En küçük idari birimlerimizin köylerimizin mahallelerimizin ufku ile milletimizin ufku aynı yönde olmazsa büyümemize ivme kazandıramayız. Elbette her konuda birebir aynı düşünmemiz mümkün değildir. Zaten demokrasinin güzelliği de burada değil mi? Ancak ortak bir akılla hizmet üretmek de her birimizin öncelikli vazifesidir. Türkiye'nin her konuda her meselede sizlere ihtiyacı var. Ekonominin büyümesinde uluslararası politikalarımızın şekillenmesinde huzurun güvenliğin daha da artmasında sizlerin gayretine ihtiyacımız var.
Milletimizn gayreti ile işbaşına gelen sizlerin Türkiye'nin sorunlarına öncülük yapmanız son derece önemlidir. Bu ilk toplantımızı Ankara ve civar illerdeki muhtarlarımızla gerçekleştiriyoruz. Sizler bu toplantılarda bir ilksiniz. Bugün burada, 17 ilimizden 406 muhtar kardeşimiz var. Bu vesile ile Türkiye'nin gündemindeki önemli bir meseleyi de sizlere paylaşmak isterim.
ÇÖZÜM SÜRECİ PAZARLIK SÜRECİ DEĞİLDİR
Sizlerin de yakından takip ettiği gibi terörle mücadelede yoğun bir mücadele veriyoruz. İki büyük hassasiyetimiz var. Birincisi yıllardır red, inkar, asimilasyon politikalarına maruz kalan doğu ve güneydoğu illerimizi ayağa kaldırmaya çalışıyoruz. İkincisi ise terör meselesini çözerken Türkiye'nin diğer bölgelerini rahatsız edecek hassasiyetleri incitecek girişimlerden hassasiyetle kaçınıyor, meseleyi kimseyi rencide etmeden ama kimsenin hakkının zayi olmasına fırsat vermeden çözmeye çalışıyoruz. Kanı gözyaşını durdurmaya çalışırken orada yatırımlar yaparken Akdeniz, Ege, İç Anadolu'da yaşayan kardeşlerimizin de kaygılarını gidermeye devam ediyoruz. Çözüm süreci bir al ver süreci bir pazarlık süreci değildir, taviz vermek asla değildir. Hele hele şehitlerimizin emanetlerini incitecek hiç bir girişim ve adıma asla fırsat tanımayız. Kolay bir süreçte değiliz. Bu süreci bozmak, yavaşlatmak isteyen çok sayıda odak var çok sayıda merkez var rahat durmuyorlar. Bütün dert güçlenen bir Türkiye'yi nasıl zayıflatırız veya güçlü bir Türkiye asla olamaz. Biz de inadına yeni Türkiye güçlü Türkiye diyoruz bu olacak. Kimi zaman içerden kimi zaman dışardan kimi zaman da ortak hareket ederek bu süreci sabote etmeye çalışanlar var bunlar her zaman olacak. Terör meselesi Türkiye'nin kalkınması önünde en büyük engeldir. Şimdi biz bunu ortadan kaldırmaya çalıştıkça birileri de bizi engellemek için çalışıyor.
GEZİ OYUNU, TÜRKİYE'Yİ SABOTE ETME GİRİŞİMİYDİ
2013'te Gezi olayları adı altında sahnelenen oyun büyük Türkiye'yi sabote etmekten başka bir şey değildi. Altından, arkasından kimler çıktı gördünüz. 17-25 Aralık tarihlerinde yolsuzluk maskesi altındaki darbe girişimi büyük Türkiye hedefini sabote etmekten başka bir şey değildi. Biz hükümet olarak o zaman sağlam durduk, dik durduk. Milletimiz oynanan oyunu gördü ve dim dik bir duruş sergiledi. Yerel seçimlerde görüldüğü gibi yine o zaman genel başkanı olduğum partimizbüyük bir başarı ile çıktı. Millet feraseti ile bakar kararını ona göre verir. Arkadan Cumhurbaşknalığı seçimi oldu ilk defa halkımız seçimini yapıyor. 14 Parti birleşti bu kardeşinizin karşısına aday çıkardılar bizim ortak adayımız dediler elhamdulillah yüzde 52 ile bu kardeşinizi millet işbaşına getirdi. Milletin feraseti ile oynanmaz. Millet küçümsenmez, sandık küçümsenmez. Herşey orada. Bundan sonra da Türkiye'nin ilerlemesini büyümesini engellemek için oyunlar oynanacak çeşitli sabotaj girişimlerini sahneye koyacaklardır. Sizler bunlara karşı uyanık olacaksınız.
TEHDİTLER GELEBİLİR AMA...
Biz Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Zaza biz ayrı olabilir miyiz? Biz hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil miyiz? Öyleyse bu dargınlık, bu kırgınlık, bu kin, bu nefret ne? İşte buna karşı mücadeleyi tüm muhtarlarımız olarak sizler vereceksiniz. Yarın seçimler var özellikle Güneydoğu'da Doğu'da mezralarda birileri gelip oyları filanca partiye vereceksiniz yoksa yakıp yıkarız diyebilirler. Ben diyorum ki namuslu insanlar namussuzlar kadar cesur, şerefli olmadıkça başarılı olamazlar. Bu merhum İnönü'nün lafıdır. Bunu görmemiz lazım buna karşı devlet, millet el ele mücadeleyisürdürmemiz lazım. Bu ülkenin 780 bin km'si ihya olmalı ayağa kalkmalı. Her taraf modern bir şehir haline gelmeli.
BU NASIL BİR SEVGİDİR
26 Havalimanı vardı, şu anda 52 havalimanımız var. Bu 12 yılda oldu. Şu anda Hakkari Yüksekova'da inşaat devam ediyor ama bitirmekte zorlanıyorlar. Neden muhtarlar tehdit alıyor, makinalar yıkılıyor. Ya siz nasıl oluyor da Hakkari'yi seviyorsunuz? Neden böyle bir yatırımın buraya gelmesini engelliyorsunuz? Neden bundan rahatsız oluyorsunuz? Kürt kardeşimizi seven biz miyiz yoksa oradan seçilmiş olanlar mı? Yolu yapan biz, okulları yapan biz havalimanını yapmak isteyen biz ama engelleyen kim ben Kürdüm diyenler. Bu ayrımcılıkla bu bir yere varmaz onun için birliğe ihtiyacımız var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında bizler tek millet, tek bayrak tek devlet diyerek yolumuza devam etmek durumundayız. Bu oyunları milletimize anlatacak en başta sizler olacaksınız. Ben her zaman söylüyorum bir üst akıl Türkiye'de belli bir kesimi belli siyasi partileri verdiği talimatlarla Türkiye aleyhine çalıştırıyor. Siz Türkçü parti sanıyorsunuz ama aslında onlar üst akla çalışıyorlar. Siz dini cemaat zannediyorsunuz, hizmet örgütü sanıyorsunuz ama bakıyorsunuz onlar halk için ya da hak için değil patronları olan üst akıl için çalışıyorlar. Ne üst aklın, ne de onların maşalarının bu ülkenin istikametini tayin etmelerine hep birlikte müsade etmeyeceğiz. Türkiye'nin istikaımetini sadece millet belirleyecek.
ECDAD ESERLERİ RESTORE EDİLİYOR
Bu ecdad kalmadı. inşallah bu ecdadın torunları olarak bizler de kalmayacağız. 12 Yıl önce bu fakir fukara ülklere Türkiye'nin verdiği destek 45 milyon dolardı şimdi 4,5 milyar dolar. Bütün o Afrika'daki ülkelere her yere giriyoruz. Nerede fakir fukara garip guraba varsa elimizi uzatıyoruz. Bu kimin sesini yükseltiyor Türkiye'nin. Buna devam edeceğiz. Bu üç ülkenin olduğu bölge tarihte Habeşistan olarak anılırdı. Osmanlı Cihan Devleti bu bölgeye kadar ulaşmış burada emniyeti sağlamak için yüzyıllarca hizmet vermişti. Sevgili Peygamberimiz zulümden kaçan müslümanları Habeşistan Kıralı'na göndermişti. O topraklara gittik. Şimdi o toprakları Hacura diye bir il var. Cibuti'de oraya Başbakan Yardımcımız Numan Bey'i bir heyetle gönderdik ve Osmanlı'dan kalan eserleri yerinde gördük. Şimdi onların da restorasyonunu yapacağız onu da yine gerek ora halkına gerekse Türkiye'den Cibuti'ye giden kardeşlerimiz ecdadımızın o eserlerini görmek isteyecektir onu da kolaylaştırmış olacağız. Osmanlı devletinin buralardan çekilmesi ile malesef bu bölgede çok ciddi sorunlar var başkaları burada petrol görüyor, altın görüyor ucuz iş görüyor ama biz bu bölgelere sadece insani nazarla baktık. Kızılayımızla oradayız. Tika ile oradayız TOKİ ile oradayız. Sağlık Bakanlığımız ile oradayız, STK'larımızla oradayız.
HALEP'İ KİMSE GÖRMÜYOR
İnşallah bu adımları atıp oraları bu şekilde yeniden bir çevrecilik anlayışı ile değiştirmenin mücadelesi içinde olacağız. Türkiye için büyük bir yer tahsis ettiler. Büyük bir büyükelçilik yapıyoruz. Bittiği anda da inşallah örnek olacak. Dünyadaki ülkelere bakıyorsunuz konteynırlar içinde büyükelçilik yapıyor. En güçlü ülkeler dahil. Tablo bu her türlü insani yardımla, verdiğimiz burslarla oradaki dostlarımızın kardeşlerimizin yanındayız. Somali dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Somali'deki insanlık dramını çözmek için açlığı yoksulluğu gidermek için emniyeti sağlamak için kimsenin hiç bir ülkenin kılı bile kımıldamıyor. Kobani olduğunda dünya ayağa kalkıyor, küçük bir yer için bütün dünya ayağa kalkıyor. Oradan ayrılanlar bize geliyor orada kimse yok orayı bombalıyorlar. Bugün de çiftetelli oynuyorlar oradan DEAŞ çıkmış tamam da o bombaladığınız yerleri kim onaracak? İşin geleceğinin hesabını kimse yapmıyor. Oradan ayrılan 200 bin insan dönecek mi dönse nereye yerleşecek? Kendilerine Halep diyoruz kimse duymuyor. Orada 1 milyon 200 bin kişi yaşıyor, orada tarih var neden kimse oraya bakmıyor. Biz, işte 2011 yılında Somali'ye geniş bir heyetle gittiğimizde oradaki çalışmaları başlattık yeni çalışmaların talimatını verdik. Son gün oradaydık hastanemizin durumunu görmek oradaki hamdolsun çalışmaları izlemek, hamdolsun bu milletin evladı olarak oradaki Türk doktorlarımızın Türk hemşilerelirimizin veridği mücadele her türlü takdirin üzerindedir Allah onlardan razı olsun!