DEĞERLİ OKUYUCUMA,
BU HAFTAKİ SERİ YAZIMA ARA VERMEK MECBURİYETİNDE KALDIM. AYKUT ONUR KALAYCI’NIN “SIRTLARINDAKİ ELLER KİMİN ELLERİ” YAZISINI OKUYUNCA AYKUT BEY’İN HER BİR SORUSU BİR DAMLA ZEHİR GİBİ İŞLEDİ İÇİME. İKİ SATIR DA BEN YAZMAK İSTEDİM. ÜSTELİK GÖREVİNİ BAŞKASINA SORUP, “BU İŞLEMDE KAÇAKÇILIK VAR MI DİYENLERE VE KAÇAKÇILIK FEZLEKESİNİ HAZIRLAYANLARA ‘BU İŞLEMDE KAÇAKÇILIK YOK, OLSAYDI EĞER BEN GÖREVİMİ YAPIP YÖNETMELİĞİN 579. MADDESİNE GÖRE İŞLEM YAPARDIM’ DİYEMEYENLERE KARŞI… ELBETTE ANLAYANLARA…
SIRTLARINDAKİ ELLER KİMİN ELLERİ?
Yüreğimize taş gibi oturuyor Aykut Bey’in sorduğu bu sorular… Kimin elleri var sırtlarında? Kimin koruması altında bu düzenbazlıklar, bu ahlaksızlık, bu düzen? Sorular birikiyor zihnimde; her biri bir damla zehir gibi içimize işliyor. Bu kadar rahatsız edici gerçeğin ortasında susmak mümkün mü? Hayır, susmak vatana ihanettir! Göz yummak adaleti katletmektir! Ama işte bu düzen, susanları ödüllendiriyor, çalanları kolluyor ve adaleti susturuyor.
Düşünün bir; bu ülkeyi, bu vatandaşı, bu bayrağı seven onurlu insanlar gece gündüz alın teri dökerken, birileri var ki milletin geleceği üzerinden karanlık oyunlar oynuyor. Doğrular ekmek parası kazanmak, evine bir lokma helal ekmek götürmek için çırpınırken, hainler zehir tüccarı gibi halkın damarlarına pisliği boca ediyor. Üstelik bunu eli cebinde, kına çalar gibi yapıyor. Peki nasıl? Nasıl oluyor da hiçbir şey olmamış gibi aramızda dolaşabiliyorlar? Sırtlarındaki eller kimlerin elleri?
Bir milletin başına bela olan bu "eller" kimse, birilerinin artık o elleri çekmesi gerekiyor. Çünkü o eller vatandaşı zehirliyor, devleti soyuyor, geleceğimizi karartıyor! Kapılarımız açık, hem de ardına kadar! Gürbulak dedikleri, adı sınır, ama hâline bakarsan han kapısı! Kimin girdiği, kimin çıktığı belli değil. Ve orada birileri var ki, yakayı ele vermekten korkmuyor bile. Çünkü sırtlarında birilerinin eli var! Bu kadar pervasızlık başka nasıl açıklanabilir?
Gümrük kapısını düşünün. Orası milletin namusu kadar temiz olmalı, devletin halkına uzattığı güven kapısı olmalı. Gümrükler bir ülkenin namus durakları değil mi? Ama bu kapılardan pudra diye sunulan uyuşturucular geçiyor, kıymeti düşük gösterilen mallar ülkede fahiş fiyatlarla satılıyor. Oyun konsolları, elektronik eşyalar, tırlar dolusu usulsüzlük… Peki, biz ne yapıyoruz? Başımızı sağa çevirip görmezden mi geliyoruz? Hayır! Yeter artık! Görmezden gelmek, karşı koymamaktan farksızdır. Görmemek demek, hırsızlığa ortak olmak demektir.
Orada eller var sevgili dostlar... Önce işlerini perde arkasında yapan eller; sonra gümrüğü, tırı, sistemi ve bize ait değerleri oyuncak gibi kullanan eller… Elle yazılan plakalar, elle değiştirilen mühürler, ardında uğursuz parmak izleri bırakan eller! Bu eller, devletin şerefine bulaşan kirden başka bir şey değildir!
Ve biz burada durup şu soruyu soruyoruz: Bütün bunlar olurken kimin umurunda? Kimin ahlakı buna dur diyecek? Maaşını halkın cebinden alan memurlar, bu çirkinlikler karşısında bu kadar mı kör oldu? Yoksa herkes sadece kendi sırtını, cebini, konumunu, güvencesini mi dert ediyor? Hani millet için fedakârlık vardı? Hani adalet, hani doğruluk?! Hani vatan sevgisi?! Yoksa yalnızca bir avuç soyguncunun cepleri mi bu vatanı temsil ediyor?
Şimdi soruyorum o kapının başındakilere, ellerinde yetki olan yetkililere:
Siz bu milletin sırtına kene gibi yapışanları ne zaman koparıp atacaksınız? Gürbulak’ta bir sistem kurulmuş; adı sistem ama kaostan ibaret! PTS (Plaka Takip Sistemi) diye bir şey var aslında. Ya da vardı! Ama sistem rafa kalkmış. Neden kaldırıldı bu sistem? Neden bilerek, isteyerek elimizdeki bu fırsat çöpe atıldı? Yetkililer? Konuşmayacak mısınız? Sistem isteyerek mi kaldırıldı? Yoksa "birileri" böyle yapılmasını mı istedi? Şimdi sormak lazım: Kimdir o "birileri"?
Bugün halk bunun cevabını bekliyor! Milletin çocuklarına, gençlerine, geleceğine zararı dokunan her ihmal, her hainlik katmerlenerek büyüyor. Tırlarla taşınıp ülkenin dört bir yanına yayılan bu düzen, sıradan bir ihmal değil, bu doğrudan hainlik! Gün gelip çocuklarımızın gözlerine bakacak yüzümüz kalmayacak! Soracaklar: "Anne, baba, siz ne yaptınız? Bizim geleceğimizi kimlere teslim ettiniz?" Ve biz ne cevap vereceğiz? Sustuk mu diyeceğiz? İzledik mi diyeceğiz?
Artık bir şeyler değişmeli! Devlet dediğimiz kavram, halkı korumak, adaletin, namusun bekçisi olmak zorundadır. Emanettir bu! Ama ne yazık ki, o kapının başında duranlar emanete ihanet etmiş, satışa çıkarmış! Bir yanda vatandaşı koruyacağına söz verenler, diğer yanda o koruma altındaki vatandaşın kanını emen kaçakçılar… Şimdi söyleyin, sevgili okur, kimdir bu hainler? Kimdir sırtlarındaki eller? Kaç kişi? Kaç kurum? Kaç baş?
Sorumlular burada kalmamalı. Aksi takdirde kötülük bizden gelecek nesillere bile miras kalacak. İçtiğimiz çay, nefes aldığımız hava, ülkemizin toprağı bile bu ihaneti yüzümüze vuracak. O zaman kendimize dürüst bir cevap vermek zorundayız: Biz kimiz? Dürüstlük mü seçimimiz? Yoksa ahlaksızlığa sessiz kalanlardan mıyız? Çünkü ahlaksızlık yalnızca çalanla sınırlı kalmaz; seyirci olan da o suça ortaktır.
Son söz mü? Bu yazıyı okuyan her vicdan sahibi basit bir soru sorsun kendine: Hangi taraftayım? Çalanların mı, susanların mı, yoksa adaleti haykıranların mı? Eğer bu sorunun cevabını hala veremiyorsanız, bir gün sizin de sırtınıza birilerinin kirli elleri yapıştığında o cevabı vermek zorunda kalacaksınız.
Şimdi, sokaklarda uyuşturucu ticaretine düşmüş gençlerin gözlerinin içine bakın. İş bulamayıp aç gezdiği için köşeye sıkışan emekçileri izleyin. Bu ülkenin yoksulluğunu, özlemini ve yitip giden ahlakını düşünün. Ve sonra tekrar sorun: **"Sırtlarındaki eller kimlerin elleri?"**
Duymazdan gelmeyin. Çünkü bu soru yalnızca onların sırtında değil, hepimizin sırtında duruyor. Bu eller temizlenmedikçe, milletin sırtındaki yük daha da ağırlaşacak. Bu yük, bizi çürütecek! Adaletimiz, vicdanımız, ahlakımız, insanlığımız kurtulmaktan başka çare göremeyecektir. **Ne kadar geç olursa olsun, o kirli eller kırılmalı, o sırtlar özgürleşmelidir. **
Görev bilincini yitirmiş, yetkisini başkalarına devrederek sorumluluktan kaçma çabasında olan, kendini mesleğine değil çıkar hesaplarına kaptırmış gümrük bürokratlarına sesleniyorum: Eğer bu meslek size ağır geliyorsa, eğer korkuyor, çekiniyor ya da görevden kaçıyorsanız, açıkça söylüyorum, istifa edin! Bu devlet size sadece maaşınızı alıp sessizce köşenize çekilmeniz için değil, namuslu tacirle hırsızı ayırt etmeniz, kanunları hakkıyla uygulamanız, dürüstlükten şaşmadan görevinizi yerine getirmeniz için yetki verdi.
Bakan Hayati Yazıcı’nın dediği gibi “…eğer bir gümrükte yolsuzluk varsa o gümrükteki başmüdür ya işini bilmiyor, ya da yolsuzluğa bulaşmıştır”…
Sırtınızdaki eller kimin elleri? Kendi yükünüzü taşımak varken, kendi vicdanınızı sorumlu tutmak yerine, bu bilinci ve sorumluluğu başka bir birime nasıl devredebiliyorsunuz? Gümrük denilen yapı, bir milletin ekonomik damarlarında dolaşan kan gibidir. Bu kanı kirletmeye cüret ediyorsanız, bunun bedelini de ödemeye hazır olun! Görevi kötüye kullanmak, görmezden gelmek ya da mevzuatı bile bile eğip bükmek sadece vicdanın sorunu değil, aynı zamanda halkınıza ve devletinize ihanet etmektir.
Bu Devlet size, “mevzuatı biliyor” diye o koltuğu verdi. Ama mevzuatı bilmek yetmez! O mevzuatı hakkıyla uygulayacak cesaret, adalet ve dürüstlük de ister. Ya görev bilinciyle, alnı açık, başı dik şekilde bu mesleği yapın ya da onurunuzu daha fazla zedelemeden çekip gidin. Namuslu bir tacirle, kaçakçıyı, hırsızı ve sahtekarı aynı kefeye koymak sizin işinizi kolaylaştırıyor olabilir. Tacirin kaplarını açtırıp kapatmayla birilerine rant sağlayabilirsiniz. Ama bu kolaylığın sonuçları altında ezildiğinizde, sırtınızdaki eller sizi kurtaramayacak!
Bu ülke ve halkı, çalışkan ve dürüst insanların omuzları üzerinde yükseliyor. Eğer bu yükü taşıyamıyorsanız, kenara çekilin. Çünkü bu millete ağırlık yükleyen, sırtındaki sorumluluktan kaçanlara tahammülümüz yok!
UNUTMAYIN: SUSTUM DİYEN HERKES BU İHANETE ORTAKTIR.