Gazeteci Sadık Güleç ve Fırat Alkaçtan ÖLÜM ÜÇGENİ

Gazeteci Sadık Güleç ve Fırat Alkaç'ın yazdığı, dönemin karakutusu Hadi Özcan üzerinden devlet, mafya, kontrgerilla ilişkisinin anlatıldığı kitap raflardaki yerini aldı.

‘ÖLÜM ÜÇGENİ’

Susurluk kazasıyla ortaya saçılan devlet-mafya ilişkilerinin önemli tanıklarından dönemin “karakutusu” Hadi Özcan önemli açıklamalarda bulundu.

Gazeteci Sadık Güleç ve Fırat Alkaç’ın kaleme aldığı “Ölüm Üçgeni; Bir şehir, Bir Kabadayı, Bir Mafya Babası”  kitabında Hadi Özcan, 1994- 96 arasında ‘ölüm üçgeni’ olarak bilinen Sakarya- Yalova-Kocaeli bölgesindeki yasadışı olayları, karanlık bağlantıları, mafya-devlet ilişkilerini ayrıntılarıyla anlattı.

Bir döneme ışık tutan açıklamalarında Özcan, Türkiye’nin karanlık dönemlerindeki önemli aktörlerinden Abdullah Çatlı, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Mehmet Ağar, eski Özel Hareket Daire Bakanı İbrahim Şahin ve Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanlığı yapan Veli Küçük ile olan ilişkilerini şöyle anlattı: “Bir gün Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin’in koruması Alper yanıma geldi ve “Bir misafirimiz gelecek, seni de görmek istiyorlar, akşam yemeği yiyebilir miyiz?” dedi. Yemekte Alper, Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı) ve şirketinin Genel Müdür’ü Ahmet Baydar ile birlikte oturduk. Çatlı’yla masaya otururken bana onu ‘Mehmet Özbay’ diye tanıttılar. Ama ‘ben seni tanıyorum, sen Çatlı’sın’ dedim. Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım beni ‘Çatlı seni öldürecek’ diye uyardı. Sedat Bucak’ın ofisinde Çatlı ile görüştüm. İhaleyle ilgili anlaşmazlık çıkınca Çatlı’yı öldürme planları yapmaya başladım. İbrahim Şahin görüşmek için beni çağırdı. Randevu yerinde MİT’çi Duran Fırat beni arayıp ‘seni Çatlı’ya teslim edecekler, hemen oradan çık’ uyarısında bulundu. Beni oradan çıkardı. Bir saat sonra orayı polis bastı…”

Kazadan aylar öncesinde Susurluk Şeması’nı anlattı:

Hadi Özcan, 3 Kasım 1996'da meydana gelen ve Türkiye’nin gündemini bir anda değiştiren Susurluk kazası öncesinde savcılığa verdiği ifadede derin yapılanmayı ayrıntılarıyla anlattı. İlk defa “Mehmet Özbay” kod isimli Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliğini deşifre eden ve kayıtlara geçiren Özcan ifadesinde şunlardan söz etti: “Abdullah Çatlı bana İzmit’te PKK’lıların petrol işi yaptıklarını, bu şahısları İzmit’ten kovmak istediklerini ve İzmit’e kendilerinin petrol getirme düşüncesinde olduklarını söyledi. Çatlı ile Bostancı’da ki bürosunda bir araya geldik ve petrol işine girmeye karar verdik. Petrol işiyle ilgili tüm masrafları ben karşılıyordum ve milyarlarca para harcamıştım. Sonra karşılığında bana para vermeye yanaşmayınca aramız açıldı.”

Çatlı ile petrol ihalesi aldık
Kurdukları paravan şirketlerle, 1990’lı yıllarda BOTAŞ’ın Ceyhan’daki atık petrol ihalesini alan Hadi Özcan ve Abdullah Çatlı’nın arası, milyonlarca dolarlık para gelirinin paylaşılması aşamasında açıldı. Anlaşmazlıkların derinleşmesiyle Çatlı ile aralarındaki tüm bağların koptuğunu anlatan Özcan şöyle devam etti:” Çatlı, bana ‘İzmit bölgesindeki benzin-mazot kaçakçılığının PKK’nın elinde olduğunu, askerlerimizi şehit eden örgütü bölgeden temizlememiz gerektiğini’ söyledi. Oluşan boşluğu da, ayda 20 bin tonla başlayarak akaryakıt getirecektik. Oluşan boşluğu da biz, milliyetçilerin dolduracağını söyledi. Ben de kardeş dediğim bu kişilerden hiç kuşkulanmadım. Ardından ‘Buralarda bayağı kavga-dövüş olacak PKK’lılarla, polisi ne yapacağız’ dedim. Alper de ‘Devletin bu projeden haberi var, yetkililerin hepsi biliyor. Çatlı hepimizin reisi, İbrahim Şahin’in de reisi’ dedi. Ben de ‘Bu işe varım’ dedim. Daha sonra aradım Çatlı’yı, beni Bostancı’da bir büroya davet etti. Çatlı bana ‘Para bekliyorum, dört milyon dolar, hemen başlayacağız, ama o zamana kadar gelen mala depo ayarlayın’ dedi. Daha sonra Çatlı’ya Ceyhan işinden bahsettim. ‘Elimde böyle bir iş var, paraya sıkışıksın, bu işi beraber yapalım, paranın yarısını size veririm, onu da siz bana gelecek petrolden ödersiniz’ dedim. Çatlı bu teklifi kabul etti ve ortaklığımız başladı. Ankara-İstanbul-İskenderun arasında gidip geliyordum. Çatlı’nın o anki parasız durumuna ‘insanlık hali, olur’ diyor, adama altımdaki arabayı veriyordum. Bu sırada mal çekilecek duruma geldi ve Elazığ Şeker Fabrikası’na verilmeye başlandı. Anlaşmaya göre 15 günlük çeklerle ödeme yapılacaktı. Bir gün Çatlı’yla telefonlaştık ve buluşmak için Ankara’ya gittim. Bucaklar’ın yazıhanesinde buluşacağımız söylendi. Bu beni şüphelendirdi. Tarif edilen yere gittim. Beş dakika sonra Çatlı, ardından Sedat Bucak girdi içeri. Belli ki yerde torbada bulunan parayı bana verecekler. İşimin acele olduğunu söyledim. Bucak kaldırdı poşeti ‘Bu sefer bu kadar oldu, sonra helalleşelim’ dedi. Ben de kabul etmeyeceğimi ve hepsini birlikte bir dahaki ödemede alacağımı söyledim. MİT’çilerin dediğine göre, daha sonra Eskişehir’de Güven Sazak’ın çiftliğinde Çatlı, İbrahim Şahin, Çiller’in Ahmet isminde danışmanı toplanıp benim için ‘Bu çok uyanık, kurtulmak lazım’ demişler.

Yeşil beni Çatlı’ya karşı uyardı

Bunun ardından İzmit’e gittim eski ülkücülerden, o dönemde MİT’e çalıştığını bildiğim Sami adında arkadaş beni aradı ve Ankara’da buluşmamız gerektiğini söyledi. Ankara’da buluştuk Sami’yle. Bir arabaya bindik. Önde iki kişi oturuyordu. Şoförün Duran Fırat olduğunu, yanındakinin ise Yeşil olduğunu söyledi. Bir restorana girdik. Yeşil’in ismini bir kitapta okumuştum, Yeşil’i çok tehlikeli, sadist, askerin adamı, Kürt düşmanı olarak tanıtıyordu. Yeşil, Çatlı ve Bucak’la yaptığım görüşmeyi baştan sona anlattı, bir iki yerde Duran Fırat tamamladı boşlukları. Yeşil, ‘İyi delikanlısın, seni uzun zamandır biliyoruz, ölmeni istemiyoruz, yoksa aklına bir şey gelmesin, seni kazanmak gibi bir şeye ihtiyacımız yok. ‘Pekâlâ, öldürecek olan Çatlı mı’ dedim. ‘Evet’ dediler ve petrole konmak için bu kararın alındığını söylediler.”

Çatlı, Avrupa’da eroin satıyordu

Yeşil Kod isimli Mahmut Yıldırım ile Antalya’da yaptıkları bir diğer görüşmede ise aralarında geçen diyalogları anlatan Hadi Özcan, şunları söyledi; “Birkaç gün sonra Antalya’ya çağırdı, gittim. Karamehmet Lokantası’nda buluştuk. Masada Sami, Yeşil ve tanımadığım genç bir arkadaş vardı. Yeşil ‘Bu arkadaşı dinlemen için toplandık’ dedi. O arkadaş ve kardeşi 1980’de ülkücülük olaylarından kaçmış ve Almanya’da tekstilcilik yapıyorlarmış. Bir gün Çatlı gelmiş fabrikalarına. Olayın devamını şöyle anlattı: ‘Eski tanıdığımız ve PAPA davasını bildiğimizden el üstünde tuttuk ama bu bir iki geliş gidişten sonra samimiyet kurdu. Bir gün 80 kilo eroin getirdi. (Bunu biz zulaya koyalım parasıyla devlet kuracağız) dedi. Zaten öl dese ölürdük reisimizdi. İkna kabiliyeti çok kuvvetli, bize uyuşturucu parasından ASALA ve gizli servislerin faydalandığını, bu işin başına geçerek Avrupa’ya giren her uyuşturucudan pay alacağını söyledi. Bir gün geldi malı aldı, beş kiloyu bıraktı (sonra alacağım) diye gitti. Aradan birkaç gün geçti. Polis işyerini bastı. Kardeşim lekelenmesin diye ben girdim cezaevine. Ben cezaevindeyken bu işi kardeşim araştırmaya başladı. Gözü karaydı, onu da öldürdüler.

Veli Küçük; “Seni yakalayacaklar, kaç”

Polis takibinden kurtulmak için Trabzon’a giden Hadi Özcan, Veli Küçük’ün kendisini telefonla aradığını söyledi;Trabzon’a geldim. Orada bir gece kaldım. Düşündüm ve ‘Veli Küçük’ü arayayım’ dedim. O’nu arayıp, ‘bu günlerde teslim olmayı düşünüyorum. Sana teslim olayım dedim’. Hoşuna gitti ‘ol’ dedi. ‘Olayım ama Sultan’ın ifadesini yanlış almışsınız’ deyince ‘Ben o ifade alınırken yoktum’ diye cevapladı. Ben yine de bu duruma karşın olay yerlerim jandarma bölgesi olduğu için jandarmaya teslim olmayı düşünüyordum. Ertesi gün Veli Küçük aradı. ‘Trabzon’da mısın?’ diye sordu.  Şaşırdım çünkü nerede olduğumu söylememiştim. Bana ‘seni yakalayacaklar dikkatli ol’ dedi.  ‘Sağol komutanım’ diyerek kapadım telefonu. Demek ya peşimdeler ya da buraya geliyorlar…”

Mehmet Ağar’dan “ölüm” uyarısı

Polis operasyonuyla Rize’de yakalanan Hadi Özcan tutuklandıktan sonra adamlarıyla birlikte Çankırı Cezaevi’ne sevk edildi. Ağırlıklı olarak sol görüşlü mahkumların kaldığı Çankırı Cezaevi’nde Mehmet Ağar’dan avukatı aracılığıyla uyarı aldığını anlatan Özcan unları söyledi; “Çankırı Cezaevi’ndeki üçüncü günümde avukatım geldi.Mehmet Ağar haber göndermiş, ‘Hadi’yi cezaevinde öldürecekler ve doğulu bir aileyi öldürdüler de onun için öldürüldüler süsü verecekler’. Bu yazıyı okuyanlardan Mehmet Ağar’ın o andaki görevinin İç İşleri Bakanı olduğunu göz önünde bulundurmalarını istiyorum. Hiçbir tanışıklığımız olmadığı halde ve Türkiye’de o günler korkunç olayların yaşandığı, her gün sayısız insanların öldürüldüğü bir zamanda, bakan neden bana haber gönderir? Çünkü yakalandığımda ona bağlı Özel Harekât Müdürü’nün yaptıklarını Türkiye’de ilk kez ben açıklamıştım. Çatlı’nın kirliliğini ve ne olduğunu ben piyasaya çıkarmıştım.”

  

Türkan Şoray için Fahrettin Aslan ile konuştu..

Gazeteci Sadık Güleç ve Fırat Alkaç’ın kaleme aldığı “Ölüm Üçgeni; Bir şehir, Bir Kabadayı, Bir Mafya Babası”  kitabında, Türkiye için dönüm noktası olan ve hala deşifre edilemeyen Susurluk yapılanması öncesinde dönemin ünlü kabadayılarının anılarına da yer verildi.

Dönemin ünlü kabadayılarından Fahrettin Aslan, Ferda Seven gibi isimlerin yaşantılarından söz edilen kitapta şu bilgiler yeraldı; “Türk sinemasının ‘sultanı’ Türkan Şoray uzun yıllar işadamı Rüçhan Adlı ile birlikteydi. Seksenli yılların ortalarına doğru beraber aynı filmde de oynadığı sinema sanatçısı ve tiyatrocu Cihan Ünal ile ansızın evleniverdi. Şoray, Cihan Ünal’ın memleketi Kastamonu’nun Araç ilçesinde kimsenin haberi olmadan sessiz sedasız bir nikâh kıymıştı. Bu sıradan bir olay değildi. Türkan Şoray Anadolu’nun ücra bir beldesinde gizlice evleniyordu. Haber dönemin gazetelerinde manşetten verilirken bu gizli ve sessiz bir evliliğe kimse anlam veremedi. Belki de bu gizliliğin anlaşılır nedenleri vardı. O günlerde Ferda Seven’in İstanbul Şişli’de bulunan yazıhanesinin kapısından içeriye Cihan Ünal girmişti. İstanbul yealtı dünyasında aslında Cihan Ünal’ın Ferda Seven’in kapısını çalmasının nedeni biliniyordu. Fahrettin Aslan bu evliliğe karşı çıkmıştı ve Cihan Ünal’ın kalemini kırmıştı. Aslan’ın neden bu evliliğe karşı çıktığı ve İstanbul’da Cihan Ünal-Türkan Şoray çiftini fellik fellik neden arattığı bilinmiyor. Bir ihtimal Türkan Şoray’ın Rüçhan Adlı ile olan ilişkisinden kaynaklanıyordu. Ya da kısa bir dönem şarkıcılık denemesi de olan Türkan Şoray’la ilgili başka planları vardır. Cihan Ünal’ın isteği basitti. Sorununun çözümünü “Kazak Ferda’dan istiyordu.  Problem kısa bir süre sonra çözülüverdi. Fahrettin Aslan sorun çıkarmayacaktı. Aslan gibi dönemin sıkıyönetim komutanlarından, yeraltı dünyasına kadar uzanan ilişkilerin ortasındaki bir kişiye istediğini yaptıracak “hatır” a sahip olmak Ferda Seven’in gücü hakkında bir fikir veriyor…”