Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Caner, İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümünün ardından İran’da siyasi senaryoların nasıl şekilleneceğini kaleme aldı.
***
İran’ın 8'inci Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, maiyetindeki Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Valisi Melik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ali Haşim ile birlikte elim bir helikopter kazası sonucunda hayatını kaybetti. Elbette bu olayın mahiyetine dair çeşitli iddialar ileri sürülüyor. Doğal bir kaza mı yoksa suikast mı olduğu sorusu pek çok kişinin zihnini kurcalarken bir diğer önemli soru ise İran’ı nasıl bir siyasi geleceğin beklediği.
Reisi etkisi ve siyasi arka plan
Reisi, 2021 yılında Hasan Ruhani’nin 8 yıllık görevinin bitişinin ardından tartışmalı bir seçimle Cumhurbaşkanlığı makamına getirildi. Tartışmalıydı zira hem Anayasayı Koruyucular Konseyi reformist ve ılımlı aday adaylarının neredeyse hepsini seçim yarışının dışında tutarak siyasi tercihini açık etti hem de yüzde 48,8 ile tarihin gördüğü en düşük katılımlı İran Cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşti.
Reisi, Ruhani’yle kıyaslandığında son derece muhafazakar bir isim olarak biliniyordu. 20’li yaşlardan itibaren İran yargısı içerisinde üst düzey görevlerde bulundu. 1988 yılında gerçekleşen kitlesel idamlarda karar alıcılardan biriydi. Pek çoklarının gözünde “Tahran kasabı” olarak nam salmıştı. Sonraki yıllarda da siyasi kariyerinde üst düzey görevlerde bulundu. İran’ın en güçlü yapılarından olan Meşhed’deki Astan-ı Kuds Rezevi Vakfı’nın başkanlığını yaptı. 2019-2021 yılları arasında ise Yargı Erki Başkanı oldu. Bu görevi icra ederken selefi Ruhani hükümetine karşı yolsuzluk davaları açarak bir nevi Cumhurbaşkanlığı kariyerinin başlangıcını yaptı.
Reisi’nin 2021’deki Cumhurbaşkanlığı, 2020’de yapılan parlamento seçimleriyle esmeye başlayan muhafazakar siyaset rüzgarının devamı niteliğindeydi. 2024 parlamento seçimleri de bunu perçinledi. Tüm bu süreçte dikkati çeken husus ise seçmenin adım adım sandıktan uzaklaşması ve siyasal sistemle arasına mesafe koymasıydı. Parlamento seçimlerinin ikinci turunda Tahran’da katılım oranı yüzde 10’un altına düştü. Bu sonuç, İran siyasetinin demokratik meşruiyetini tartışmaya açan bir niteliğe sahip.
Reisi’nin Cumhurbaşkanlığı, Mahsa Emini protestoları, ağır Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yaptırımları ve İsrail’in 7 Ekim sonrası katliamları bağlamında sürüyordu. Son dönemde halkın siyasetten ve devletten uzaklaşması, dış politikada ise İsrail ile gerilim, temel belirleyiciler olarak öne çıkan konulardandı. Türkiye ile ilişkilerine bakılacak olursa, onun döneminde ciddi diplomatik krizler yaşanmadı, ancak ilişkileri yüksek seviyeye ulaştıracak adımlar da atılmadı. Geçen yıl defalarca ertelenen ve nihayet bu yıl gerçekleşen Türkiye ziyareti, Reisi’nin dış politika öncelikleri arasında Türkiye’nin üst sıralarda yer almadığını gösteriyordu.
Haberler ve analizler doğal olarak Reisi’nin ölümüne daha çok odaklansa da Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın ölümü de İran’ın özellikle bölgesel ilişkilerini etkileyecek bir gelişme. 1997’den beri Bakanlık içerisinde çeşitli görevlerde bulunan Abdullahiyan, özellikle Arap dünyası ve Afrika’ya yönelik bir uzmanlığa sahipti. Kendisi Devrim Muhafızları’na yakın bir muhafazakar isim olsa da Cevad Zarif’in Bakanlığı döneminde de Dışişleri Bakan Yardımcılığı yaptı. Sert bir imaja sahip olmayan bu önemli kariyer diplomatının kaybı, şüphesiz ki İran hariciyesini olumsuz etkileyecektir. Abdullahiyan’ın ayrıca sık sık Türkiye’ye geldiği ve hem bir önceki Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu hem de şu anki Dışişleri Bakanı Fidan ile kuvvetli bir diyaloğunun olduğu biliniyordu.
Nasıl bir gelecek?
Anayasaya göre Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Muhbir, Cumhurbaşkanlığı görevini vekaleten devralıyor. Muhbir, Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf ve Yargı Erki Başkanı Muhsin Ejei ile birlikte yeni Cumhurbaşkanı seçimi sürecini organize edecek. İlk açıklamaya göre seçim 28 Haziran’da gerçekleştirilecek. Öne çıkan muhtemel adayların başında ise Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf geliyor. Galibaf’ın bu makamı uzun süredir istediği biliniyor. Zaten kendisi 2005, 2013 ve 2017 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olmuştu. Şimdiki vekil Cumhurbaşkanı Muhammed Muhbir de potansiyel adaylardan biri. Onların dışında Said Muhammed, Ali Rıza Zekani ve Ali Şemhani gibi isimler de konuşuluyor. Önceki seçimlerde adaylığına izin verilmeyen ve bu yüzden sitem eden Ali Laricani yeniden başvuru yapar mı göreceğiz.
Bütün bu bahsedilenler, hizipsel aidiyetleri anlamında farklılaşsalar da muhafazakar isimler. Düşük bir ihtimalle de olsa halkın katılımını canlandırmak adına numunelik reformist ya da ılımlı adaylara vize verilebilir. Bu noktada eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif isminin öne çıktığı görülüyor. Zarif’in adaylığının son yıllarda düşen seçmen teveccühünü canlandırmakta yeterli olacağını düşünmüyorum. Zira İran’da halkın sandığa yabancılaşmasını besleyen sebepler muhtelif ve derin. Bir yandan da İran siyasal sistemi, yeni siyasal elitler üretme ve farklı elit grupları arasındaki dengeyi gözetebilme konusundaki yeteneklerini kaybetti. Dolayısıyla İran’ı bu anlamda kısıtlı tercihlerin ve düşük katılımın söz konusu olacağı bir Cumhurbaşkanlığı yarışı bekliyor.
Bir diğer önemli soru ise, Velayet-i Fakih makamının geleceğinin ne olacağı. Şimdiki Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney’in ilerleyen yaşı ve buna bağlı kronik hastalıkları, sonraki dini liderin kim olacağı sorusunu gündeme getiriyor. Hayatını kaybeden İbrahim Reisi, ismi en çok konuşulan adayların başında geliyordu. Ali Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney de ismi zikredilenler arasında olsa da İran’ı bir tür monarşiye çevirecek bu hamlenin hem elitler katında hem de halk nezdinde olumlu karşılanmayacağı kanaatindeyim. Bu konu üzerinde daha pek çok tartışmanın ve gelişmenin olması beklenebilir. Her ne olursa olsun İran’ın yakın geleceğinin, siyasal sistemin niteliğini esastan alakadar eden sorunlarla baş etmeye çalışmakla geçeceği muhakkak.
[Dr. Mustafa Caner, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü'nde Öğretim Üyesidir.]