Halk devlete demokratik devlet olma fırsatı verdi ama o kullanmadı! Türkiye, hep savunduğumuz noktada, yani hukukun içinde değil! Hukukun üstünlüğüne bağlı devlette kabadayılıklar - efelikler değil; hukuka dayalı sağduyu geçerlidir! (vatan)
- Bir hukukçu olarak Gezi olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gezi Parkı olayından söz edeceksek eğer, Türkiye’de çok önemli bir olgu ortaya çıktı. Ben buna olgu (factum, fact, fait) diyorum, eylem, olay demiyorum. Eylem ya da olay bu olgunun somut yansımasıdır sadece. Bu öyle bir olgu ki en uçları bir araya getirdi, bir amaçta birleştirdi. Bunun demokrasi açısından önemi şurada; Türkiye Cumhuriyeti önce yurttaşı yaratmak istedi. Demokrasinin uzak amacı ise bireyi yaratmaktır. Hak ve özgürlüklerle donanmış bireyi... Hak ve özgürlüklerle donanmış birey, ilk kez bu olayla Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına çıkıyor. Bu, her türden siyasetçiye en sağdan en sola kadar çok önemli mesajlar veren, son derece önemli bir olgu. Halk bütün siyasetçileri kendi siyasetlerini yeni baştan bir gözden geçirme zamanının geldiği konusunda uyarmıştır. Çünkü bu bir rastgele olay değil!
"Yürüyüş, demokrasinin güvenlik supabıdır!"
İkinci önemli nokta da şu; Gezi olayları, çoğu siyasetçinin değerlendirme açısından ne denli yetersiz kaldığını da ortaya koymuştur. Çünkü demokrasi açısından bu ve buna benzer olayları geniş bağlamda ele aldığınız zaman, bu olaylar siyasetçilerde kimi bilinçlenmelerin oluşmadığını gösteriyor. O bilinç şudur; demokrasinin güvenlik supapları vardır, yürüyüş bunlardan biridir. Gösteri bunlardan biridir. Hyde Park olayı bunlardan biridir... Biliyorsunuz Londra’daki Hyde Park, dünyada bilinen en büyük parklardan biridir. Parkın kuzeydoğu köşesinde, çok eskiden beri sokak hatiplerinin serbest konuşma yeri olarak bilinen Speakers Corner bulunur. Neden peki? Patlamaları önlemek için! İnsanlar sokağa çıkar, bağırır, çağırır, psikolojik olarak boşalırlar. Bu insanlara bir hak olarak tanınmıştır. Demokraside daha ağır yıkımlar yaşanmasın diye... Gösterilerin temelinde yatan, Batı biliminin ve felsefesinin bize öğrettiği budur ve bu doğrudur. Çünkü eğer siz hakkını arayan yığınların önüne çıkar, engel çıkarırsanız, olaylar yığın psikoloji açısından engellenemez bir noktaya taşınır ve pek çok yığın suçu işlenebilir. Bunun örnekleri çoktur. Bir İtalyan bilgini, yığınları bir buhar kazanına benzetir. Buhar arttıkça nasıl basınç artarsa, yığın büyüdükçe de çoşku artar. Enerjinin harekete geçmesi için supabın açılması, yığının harekete geçmesi için birinin “Şöyle yapalım” demesi yeterlidir. Yığın, yığın içindeki birey, söylenen sözün doğru olup olmadığına bakmaz. Kör bir enerji, yığın içinde hemen eyleme dönüşür ve hiçbir şey denetlenemez. Bir kuşun kanat çırpması nasıl sürünün havalanmasına yol açarsa, yığında da bir çığlık, bir haykırma, bir kaçış tarihteki büyük yığın hareketlerinin nedeni olmuştur. Yığın acımasız, yığındaki birey çocuksudur. Bireylerin iradeleri üzerinde bir baskının olduğu açıktır. Bu nedenle 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasası, yığın içinde telkinle suç işlemeyi indirici neden olarak öngörmüştür. Kısaca bu tür olaylarda yöneticilerin kışkırtıcı değil, ılımlılaştırıcı olmaları gerekir.
- Bugün yaşadığımız olayları anlamamıza yardım edecek bir örnek verebilir misiniz?
En önemli olanı Mayıs 1964’de Peru’nun başkenti Lima’da yaşandı... Tokyo olimpiyatı elemelerinde Peru ve Arjantin karşı karşıya geldi ve oynanan maç tam bir felakete sahne oldu. Maçın son beş dakikası oynanırken Peru bir gol attı. Bu gol Peru’yu olimpiyatlara götürecekti. Ancak hakem golü ofsayt olarak değerlendirdi ve saymadı. Perulu taraftarlar çılgına dönerek sahaya indi ve hakemin üzerine yürüdü. Polisler hakemi korumaya çalıştılar, ancak 6 kişi hakemi darp etti. Kalabalık yatışmayınca, polis göz yaşartıcı gaz sıktı ve sahada yangın çıktı. Panikle çıkışlara hücum eden seyirciler bir karmaşa oluşmasına yol açtı ve 300’den fazla taraftar yaşamını sıkışma sonucu yitirdi. İşte yığın suçu bu ve yığın suçunun içerisinde bulunan kişilerin iradeleri kendi denetimlerinin dışına çıkıyor. Bu psikolojinin bir belirlemesi, benim belirlemem değil. Eğer bunları bilmezseniz, yanlışlar yaparsınız. Çağcıl devlet bilimle, hukukla, sağduyuyla yönetilir. Bunları yerel yöneticilerde, siyasetçilerde görmek hakkımızdır. Ama son olaylardaki sınavda başarılı olamamışlardır, çok açık vermişlerdir, bu olayı algılayamamışlardır.
- Gezi Parkı’ndaki protestolar tek bir ağacı korumak için başladı ama şiddetle bitirilmeye çalışılınca büyüdü..
Burada yapılacak olan bellidir: Sözgelimi, bir yerde oturma eylemi yapıyor insanlar, emniyet amiri gelip diyor ki, “Buradan kalkın, burası yol, kapanır!” Eğer gerçekten orası tek bir yol ise, ikna edersiniz onları, dersiniz ki “Tek yol burası, hastası var, işe gideni var, yolu kapatmayın.” Ama trafiği başka bir yerden işletme olanağınız varsa, o yoldan işletin. Bırakın insanlar otursun. Bu sağduyulu bir tutumdur. Bireysel haklar, demokrasinin yaşam hakkıyla ilgilidir. Olur olmaz bahanelerle ortadan kaldırılamaz. Sonra bu insanları çok çirkin benzetmelerle andılar kimileri. Bu noktadan sonra yersiz ve kışkırtıcı açıklamalar yapıldı. “Biz onlara değil de, bundan yararlanarak sağa sola zarar verenlere bunu söyledik” diyerek, bir ölçüde yumuşattılar sonra sözlerini ama başlangıçta bunlar çok yanlış oldu. Bu bakımdan Türkiye parlak bir sınav vermedi. Bu arada Avrupa Konseyi’nin takınmış olduğu tutuma, hemen yanıt vermeye de gerek yoktu. Hukukta efelikler, kabadayılıklar geçerli değildir, sağduyu ve kurallar geçerlidir. Hukuki görüş geçerlidir. Efelik yapacağım diye AB’nin almış olduğu kararın yok hükmünde olduğunu söyleyemezsiniz. Türkiye’nin geleceğini tehlikeye düşüremezsiniz!
Halk değil, devlet yargı kararına uymadı!!
ŞİDDET hiç kimse için bir hak değildir! Devlet, baba değil ki tedip hakkı olsun! Ama suç işlendiğinde yasalar çerçevesinde zor kullanır devlet. Bunun koşullarını belirleme tekeli yargı organınındır. Devlet bu düzlemde savunma makamındadır!
- Polis şiddetinin bir sınırının olması gerekmez mi?
Gezi Parkı olaylarında suç işleyenler varsa, bu Türk yazılı hukukunda düzenlenen bir suça dönüşmüşse, onu kovuşturmak zaten savcının görevi. O sırada belki bazı görevliler de suç işlemiştir. Onlar da elbette bu soruşturmanın içinde olacaklardır. Ben orantısız gücün yanlış olduğunu söylüyorum. Yani zor kullanmak bir hak, yetki olarak görülmemeliydi. Ne diyorum? Eğer göstericiler, A yolunda oturuyorlarsa, ille de A yolundan geçmek zorunluysa, o kişileri başka yerde oturmaları için ikna edebilirsiniz. Dersiniz ki, “Cankurtaran buradan geçecek, o insanların hayatına mal olmayın.” O insanlar da anlayış sahibidir, elbette yol verirler. Ama A yolu kapatıldığında B yolundan trafiği geçirme olanağınız varsa, dersiniz ki “B yolundan geçin”. İş orada biter, olay da çıkmaz. İnsanlar da haklarını kullanmış olurlar. Demokrasinin gereği yerine getirilir. Ama öyle olmuyor ne hikmetse. İlla diyorlar ki “Sen beni dinleyeceksin!” Ben seni niye dinleyeyim, ben bir hakkımı kullanıyorum! Bu hak meşru bir haksa, bu hakka saygılı olacaksın, o hakkın kullanılabilir olduğunu sen kanıtlayacaksın devlet olarak. Böylece demokratik devlet olduğunu kanıtlama fırsatını da ben sana vermiş olacağım. Ama bu Türkiye’de ne yazık ki olmuyor. Hiçbir zaman da olmadı. Dün de böyleydi, bugün de böyle... Kafamızı değiştiremiyoruz. Gezi olaylarından ders alırlarsa değişir. Umarım ders almışlardır.
- Yargı iki hafta önce Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Başbakan Erdoğan, o kararın zamanını eleştirmek yerine uyacaklarını söyleseydi, olaylar bu kadar tırmanmazdı herhalde...
Bu kesin karar değil, durdurma kararı... Yargı, “Sen orada herhangi bir işlem yapma, geri çekil” diyor. Ona devletin uyması gerekirdi, uymaması zaten yanlış.
- Hukuka aykırı davranan devlet yani?
Yargı, “Buraya bir çekiç bile vuramazsın, dokunma. Ben henüz kesin kararımı vermedim. Karşılıklı savunmaları, iddiaları alacağım, kesin karar verdikten sonra ona göre davranacaksın” diyor. Eğer bu durdurma kararından sonra siz hâlâ “Orada bunu yapmaya devam edeceğim” derseniz o suçtur.
- O zaman Başbakan Erdoğan suç işledi?
Yani kim emir verdiyse o suç işler! Yapılacak dedi, ama henüz “yapın” demedi. Geleceğe yönelik bir şey dedi. Bunun suç olduğunu söyleyemem. Ama oraya, yürütme kararı kendilerine tebliğ edildikten sonra bir çekiç vuran da, “O çekici vur” diyen de suç işlemiştir.
YARIN: Plebisit ama nasıl?