AK Parti’nin kapatma davasından Köşk seçimlerine, barış sürecinden Suriye’deki kimyasal silahlara kadar birçok konuda Bakan Hayati Yazıcı şunları söyledi:
Kapatma davasının yeniden görülmesi için dava açacak mısınız, hazırlıklar ne aşamada?
- 2008. Maalesef o günün Cumhuriyet Başsavcısı internet ortamında Ak Parti ile alakalı üretilmiş haber olarak tedavüle çıkarılmış bir takım verileri toplamış ve bunu iddianamesine gerekçe yazmak suretiyle kapatma davası açmıştı. Yani Türkiye gerçekten bu dava dolayısıyla bir kaotik ortam yaşadı. 2008’de Türkiye’nin yatırım bütçesi aşağı yukarı 12 milyar TL dolayındayken bu dava nedeniyle Türkiye’nin uğradığı zarar 20 milyar dolar düzeyinde. Çünkü 5-6 ay bu dava gündeme oturdu, konuşuldu. Sonuçta kapatma davasını verecek sayıya 1 kişiyle erişemedi. 1 kişi daha farklı yapsa tek başına iktidar olmuş bir parti kapatılabilecekti. Böyle cüretkar bir şey var yani bir yargı süreci var. O süreci çok iyi tanıyorum. Orada hakkında siyasi yasaklama istenen kişilerden biri de bendim. Başta Sayın Başbakanımız var. Dava çok sakat. Süreçte görüldü ki Ak Parti ile ilgili bu kararla ilgili dökümanlar üretilmiş dökümanlar. İnternet andıçları vasıtasıyla.
Provokatif amaçlı olarak belli bir hedefe varmak için aslında olmayan şeyleri olmuş gibi göstermek için üretilmiş ve kurgulanmış. Ergenekon davası ile ilgili gerekçe yazılacak, gerekçede detaylı bir şekilde ortaya konursa, sonuçta Yargıtay süreci bittikten sonra gerçekten Ak Parti’ye kapatma davasına mesnet yapılmış internet ortamında toplanmış belgelerin uydurma ve belli bir hedefe varmak için temin edilmiş belgeler olduğu ortaya çıkarsa bu bizim ceza hukukumuzda bir iade-i muhakemedir. Arkadaşlarımız başvuru için bir hazırlık sürdürüyorlar. Mahkeme o talebi uygun görürse kabul ederse kesilen Hazine yardımı iade edilir.
‘Büyük Tehlike Atlatmışız’
Başbakan’ın yıllarca avukatlığını yaptınız. Darbe olacak diye hiç düşündünüz mü? Bir tedirginlik yaşadınız mı?
- 2003 ilk yarısında bana imzasız bir mektup geldi. Genel Başkan Yardımcısı’ydım. 2,5 sayfa ince puntolarla yazılmış. Askerlerin toplantılar yaptığını, hükümet aleyhine bir takım çalışmalar içinde olduğunu, yaptıkları çalışmaları kodladıkları, bu çalışmaları Ayışığı, Yakamoz, Sarıkız olarak isimlendirdikleri belirtiliyordu. Bir de özeleştiri yapıyor. Bu mektubu yazan kimse bu çalışmalara ben de katılıyorum maalesef diyor. Sonuçta da ben sizin çalışmalarınızı gördüm, bunların yaptıklarının haksızlık olduğunu gördüm, vicdanım kabul etmedi diyor. Ben ilk bakınca inanmadım. Böyle bir şey olamayacağını, uçuk bir vatandaş olduğunu düşündüm ama mektubu yırtmadım. Sonra Nokta dergisinde Özden Örnek’in Darbe Günlüklerini gördüm. Sonra tekrar mektubu aldım okudum. Benzer şeyler anlatıldığını gördüm. O zaman dedim ki biz büyük bir tehlike atlatıyoruz. Belli bir süreçten geçmişiz. Yargılama süreciyle de neler yapıldığını gördük. Dönüp bakınca büyük bir tehlike atlatmışız. Biz milletin sorunlarını çözmek için uğraşırken, bir söz var işte; ‘millet işte başkaları da oynaşta’ gibi bir anlamına gelen bir hareketle karşılıyoruz.
‘Ahtapot gibi bir savcı vardı’
Avukatlığını yaptığınız dönemde Erdoğan’la ilgili yargı süreçleri oldu, savcılığa çıkarıldı, o dönem tedirginlik yaşadınız mı?
- En büyük tedirginlik yaşadığımız olaylardan bir tanesi Nisan 2002’de ben İstanbul’da avukatlık yapıyordum. Başbakanımız gece aradı beni. Genel Başkan idi o zaman. Ertesi gün Ankara’ya gitmemi rica etti. Savcılığın kendisine celp çıkardığını söyledi. Celp, savcının emniyete bunu nerede bulursan yaka paça getir talimatı demektir. Önceden davet çıkarmamış doğrudan doğruya bir celp çıkarmış. Biz de sabah ilk uçakla Ankara’ya gidip önce savcı ile konuştuk. Onun görev ve yetkisinde olmadığını söyledim. Suçlama konusu Rize’de yapılan bir konuşma ve o konuşma ile ilgili Rize Cumhuriyet Savcılığı soruşturma yapmış, takipsizlik vermiş. Erzurum DGM takipsizlik kararı vermiş. Ama çok ilginçtir, DGM’nin verdiği takipsizlik kararına o dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı müdahil olarak dilekçe vermiş. Genelkurmay İkinci Başkanvekili sıfatıyla bir korgeneral. Ama savcı bakmış bir suç teşkil etmediği gerekçisiyle takipsizlik kararı vermiş. Tüm bunlara rağmen Ankara DGM’den bir savcı. O zaman her yere böyle ahtapot gibi el atan bir savcı vardı. Bu dosyaya el atmış, Ankara’da soruşturma yürütüyor. Tayyip Bey’i ifadeye götürdük. Adliyenin etrafında olağanüstü bir önlem alındığını görünce ben tedirgin oldum. Bunu Tayyip Bey ile paylaşmadım. Polise ait zırhlı araçlar vardı. Orada uzun süre sorguda tuttu ve sorgudan sonra bırakmadı. Tutuklama istemiyle sorgu hâkimine sevk etti savcı. Suçlama konusu TCK’nın 146. maddesi. Allahtan sorguyu yapan hâkim basiretli davrandı ve tutuklama istemini reddetti. Bu olay 3 Kasım seçimlerinden 5-6 ay önce yaşandı. Tedirgin edici. Yasaların Ak Parti’ye yönelik bir baskı aracı haline dönüştürülmesinin bir tipik uygulamasıdır.
‘Köşk seçiminde sorun yaşanmaz’
Köşk seçimi ile ilgili olarak AK Parti içinde sorun çıkar mı?
- Köşk seçimini 2014’te konuşuruz. Bizim partimizde sorun çıkmaz. Biz oturur konuşuruz, tartışırız. Hem partimiz hem ülkemiz için uygun olan neyse onu icra planına koyarız. 3 dönem düzenlemesinin de bir sorun çıkaracağı kanısında değilim.
‘Bidonla kaçakçılık yapıyorlar’
Akaryakıt kaçakçılığı ile ilgili ne gibi tedbirler alınıyor? Özellikle sınırda bidonlarla yaşanan kaçakçılık konusunda neler yapıyorsunuz?
- Doğu ve Güneydoğu’da akaryakıt üreten ülkelerle uzun mesafeli sınırlarımız var. Bu sınırlar üzerinde geçişe tahsis edilmeyen alanlardan geçişler var. Kimi yaya kimi hayvan üzerinde geçer. Bidonlarla akaryakıt kaçaklığı yapıyorlar. Güvenlik güçlerimiz bununla mücadele eder. Etkin bir biçimde mücadelelerini sürdürüyorlar. Bir kıyaslama yapmış değiliz. Eskiden daha mı azdı şimdi mi arttı? Belki mücadele şimdi daha fazla yapılıyor. Belki odur. Onu tam ölçmüş değiliz. Onun talimatını verdik, arkadaşlarımız çalışıyor.
Kimse süreçten sapma lüksüne sahip değil!
Çözüm süreci nasıl gidiyor? Abdullah Öcalan ve BDP’den çeşitli talepler geliyor. Bu talepleri nasıl karşılıyorsunuz?
- Çözüm sürecini biz son derece önemsiyoruz. Çözüm sürecinde bizim varmak istediğimiz bir hedef var. Bu hedef Türkiye’nin terörden arınmış herkesin güven ortamında konuşabileceği çalışabileceği bir ortam oluşturmaktır. Sizin sorunlarınız varsa sizin sorunlarınızı çözmenin yolu konuşacak özgür ortamın oluşturulmasıdır. Sizin karşınızdaki muhatabınızla bir şey konuşacaksanız güven duyacaksınız. Dolayısıyla terörist unsurların Türkiye’den çekilmesi ve sonuçta silahtan arınmış hale gelmesi gerekir.
Bu süreç devam ediyor. Bu süreç devam ederken nereden olursa olsun Türkiye’nin içinden dışından elbette ki bizim vicdanımızı sızlatan beyanlar, eylemler, söylemler oluyor ve olacak. Birileri bunları provoke edecek. Ama buralara takılıp kalmamalıyız. Buralara takılıp kalmak, bu sürecin sona ermesini istemek, bahane üretmek ve bahane aramak anlamına gelir. Biz ana hedefe odaklanalım. O ana hedef terörden arınmış her şeyin konuşulabildiği, özgür ve güvenli bir Türkiye oluşturmaktır. Oraya doğru gidiyoruz. Bana göre bu gidişten artık hiç kimse sapma lüksüne veyahutta sapmanın getireceği riski taşımaya müsait değildir.
Ölçüm yapıyoruz!..
Suriye’de kimyasal saldırılar oldu. Sınırlarımızda bu saldırıları önleyici tedbirler var mı?
- Bizim gümrüklerimizde radyoaktif maddeleri ölçen dedektörler var. Türkiye Atom Enstitüsü Kurumu’ndan yardım ve destek alarak biz bunları yapıyoruz. Zaten belli riskli sınır kapılarımızda uygulamalarımızı titizlikle sürdürüyoruz.
Kredi kartlarının faizi yüksek, bu tartışılabilir
Kredi kartlarına yönelik ne yapılacak? Erdoğan’ın faiz lobisine yönelik çıkışı vardı. Faiz lobisine yönelik ne yapacaksınız?
- Kredi kartlarıyla ilgili 1,5 yıldan beri bir çalışmamız var. Türkiye’de bankalar faiz dışı gelir kalemleri itibariyle önemli ölçüde bir gelir elde ediyorlar. Ama bunu Avrupa’daki benzerleriyle kıyasladığınız zaman Türkiye’dekiler Avrupa’dakilerin önüne geçmiş değil. Ama Türkiye şartları itibariyle baktığımız zaman faiz dışı gelir kalemleri önemli bir gelir tutuyor. Taslağı kamuoyuyla paylaştığımızda gelir kalemleri 31 adetti. 1 yıl çalışmalar yapıldı. Değişik kesimlerin görüşlerini toparladık. 1 yıl sonra Bakanlar Kurulu’na sevk ederken bu sayı 60’a çıkmıştı. Biz bakışımızı şöyle formüle ediyoruz; tüketicinin bir defa bilinçli olması lazım. Bankaların da basiretli olması lazım. Bankalar para toplayan ve satan ticari müesseselerdir. Hiç kimseye yaptığı hizmetin karşılığında ‘ücret alma’ deme hakkımız yok. Herkes verdiği hizmetin karşılığını alacak. Ama burada esas olan ölçülü olmak. Verdiğin hizmetin reel ücreti neyse onu al. Bunu da nasıl çözeceğiz. Bu konudaki görev ve yetkiyi BDDK’ya bırakıyoruz. BDDK, bakanlığımızın görüşünü almak suretiyle faiz dışı hangi gelir kalemlerinin ücretlendirileceğini belirtecek. Ücret tarifesini biz yapmak istemedik. Böyle bir liste yapmış olsaydık bütün bankalar o listede yer alan hizmetleri o tarifede neyse öyle ücretlendirilecekti.
Ücreti bankalar arasındaki rekabet şartları belirleyecek. Bankalarda birbirleriyle rekabet yapacak. Bu tartışmalar başlayınca bazı bankalar yeni bir kredi kartı çıkarttılar, ücret almıyorlar. İkinci seçeneğimiz de şu; diyoruz ki kredi kartı hizmeti veren bankalar, mutlaka ücretlendirmeyeceği bir kredi kartı türünü tüketiciye sunmak zorunda olacak. Kredi kartlarının faizi bankanın diğer işlemlerine oranla daha yüksek. Bu alan tartışılabilir. (MİLLİYET)