Yazar Metin Karabaşoğlu, Türkiye’ye daha önce güç ve kuvvetle yapılan müdahalelerin Gezi Parkı olaylarında yaşam tarzı üzerinden yapılmak istendiğini söyledi.
Moral Dünyası Dergisi, Temmuz sayısında Metin Karabaşoğu’nun Gezi Parkı olaylarını tahlil ettiği bir yazısına yer verdi. Karabaşoğlu yazısında, insanlık tarihini belirleyen 3 temel 'kuvve' olduğunu belirterek bunların kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye olduğunu kaydetti. Kuvve-i akliyenin insanın düşünme, doğruyu yanlıştan ayırma, hakikati bulabilme yeteneğini ifade ettiğini kaydeden Karabaşoğlu, "Kuvve-i gadabiye, insanın ona emanet edilmiş hayatına kasteden zararlı unsurlardan korunması içindir. Kuvve-i şeheviye de hayatının devamı için lâzım olan şeylere iştiha duyabilmesi için kendisine verilmiştir. Hayatının devamı için helâl dairede iffetle yol almakla yükümlüdür insan." görüşlerine yer verdi.
Modern Batı’nın İslâm’a karşı mücadelesinde bu 3 kuvveyi de kullandığını belirten Karabaşoğlu, şunları dile getirdi:
"Bir yandan, Allah’ın varlığını red ve inkâr eden ateistleri, öte yandan Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte semavî dinleri, yani ilâhî vahyi ve peygamberleri reddeden deistleriyle; ayrıca, Batı'nın galip konumundan istifadeyle arada Müslümanları İslâm’dan koparıp kendi inancına döndüreceği umuduna kapılmış Hıristiyan misyonerleri ve heleki bütün akademik maskesine rağmen mü’minlerin aklına dinleri hakkında türlü çeşit şüpheler düşürme ve mü’minleri birbirine düşürme gayretiyle kuşanagelmiş koskoca bir oryantalistler ordusuyla; asırlardır Batı, İslâm’a karşı ‘kuvve-i akliye’ cihetinde bir mücadelenin içindedir, ama bu mücadeleden galibiyet devşirmeyi bir türlü başaramamış haldedir. Bilakis müntesiplerinin en zayıf durumda olduğu modern zamanlarda dahi İslâm, en güçlü zamanında Batının içinden Hıristiyanlıktan veya deizmden veya ateizmden kopup İslâm’ı seçen milyonlarca muhtedi devşirmiş haldedir. İslâm’a karşı bu uğurda oluşturduğu muazzam güce ve dahası İslâm dünyasının neredeyse tamamında eğitim müfredatlarının onların lehine oluşturulmasına rağmen ‘kuvve-i akliye’ üzerinden bir mücadelede başarılı olamayan Batı, ‘kuvve-i gadabiye’ cihetinden, yani doğrudan ordularını, silahı ve şiddeti devreye sokarak da yürütmüştür, İslâm’a karşı mücadelesini. Bu ordu, bu şiddet ve silah, ya bizzat Batıya ait olup Batılı ellerle kullanılmış veya ruhunu Batıya satmış Müslüman isimli zalimler ve muktedirler eliyle. Gelin görün ki, kitabıyla, sözüyle Kur’ân’ı yenemeyen, İngiltere’nin en güçlü zamanında Avâm Kamarasında Gladstone’un bas bas bağırmasına rağmen Kur’ân ile Müslümanların arasını açamayan Batı; orduları, tankı, topu, tüfeği, bombası, zulmü, zalimi, diktatörü ile de bunu başarabilmiş halde değildir."
İslâm’a karşı yerel-küresel bir ittifak oluşturan seküler ‘konsorsiyum’un elinde, en kullanışlı kuvve olarak, ‘kuvve-i şeheviye’ kaldığını ifade eden Karabaşoğlu, makalesinde şu ifadelere yer verdi:
"Batı, sözle ve silahla, yani küfürle ve zulümle yenemediği; ‘kâfirler topluluğu’nun ve ‘zalimler topluluğu’nun baş edemediği İslâm’a ve müntesiplerine, bundan böyle, fıskla ve ‘fâsıklar topluluğu’yla hükmetmeyi deneyecektir. Postmodern bir dünyada ‘iman-küfür mücadelesi’ yeni bir veçheye kavuşacak ve bundan böyle mücadele ‘düşünce’ düzeyinden ziyade ‘yaşam tarzları’ düzeyinde; akıl düzeyinden ziyade nefis ve haz düzeyinde şiddetlenecek. Bunun, 2 önemli ipucu var. Sözüm ona ‘masum çevre duyarlılığı’ ile takdim edilen, faraza öyle olsa bile savunulamaz bir çapulculuğa, başbakana odaklanmış görünse de esasen dindara ve dine yönelik rezil bir saldırıya ve sefil bir darbe girişimine dönüştüğü halde ‘savunulan’ bu eylemlerin ‘taşıyıcısı’ durumundaki unsurlarda saklıydı bu ipuçları. İlkini, Başbakan Vekili Bülent Arınç’la 5 Haziran’da yaptıkları konuşmanın basın açıklamasında Taksim Platformu verdi. Çözün bakalım: Mesele masum bir ‘çevre duyarlılığı’ idiyse, ‘kadın bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakâr erkek politikalarına karşı yükselen ses’in ne alâkası vardı? Ve tarif edilemez bir yıkıcılığa, çapulculuğa dönüştüğünde eylemleri ‘masum’ gösterme adına yine aynı günden itibaren başlayan, bıktırıcı bir şekilde eylemlerin yanında yer alan gazeteci, politikacı, akademisyen, sanatçı her kesim tarafından tekrar tekrar dile getirilen ‘yeni gençler,’ ‘çiçek çocuklar’ söyleminin.. Bu ülke, ümmet ve bütün yerküre, iman-küfür mücadelesinde ‘postmodern’ bir dönemece girdi, giriyor. Bundan böyle, bu mücadelede şer cephesi ‘kuvve-i şeheviye’ üzerinden bir saldırıya odaklanacak; imanla ve mü’minle olan mücadelesini nefis ve haz merkezli olarak yapacak ve bunun için özellikle kadınlar ve gençler üzerine oynayacak. Mücadele çetin ve uzun süreli olacak; evlerimiz, eşlerimiz, çocuklarımız hedef alınacak."
CİHAN