Meclis'ten küresel iklim değişikliği konusunda çarpıcı tespit ve öneriler

TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu raporundan: 'Türkiye genelinde ortalama sıcaklık 2021-2099 döneminde yıllık 1 ila 6 derece artacak'

TBMM

TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu, AK Parti Afyonkarahisar Milletvekili Veysel Eroğlu başkanlığında yürüttüğü çalışmalarını tamamlayarak raporunu hazırladı.

Küresel iklim değişikliğinin etkilerinin en aza indirilmesi, kuraklıkla mücadele ve su kaynaklarının verimli kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu'nun, 4 aylık çalışmanın ardından hazırladığı 729 sayfalık raporda, sorunlar tespit edilerek çözüm önerileri sunuldu.

Kısa süre içinde Meclis Başkanlığına sunulması beklenen raporda, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün, iklim değişikliğinin gelecekte Türkiye'yi nasıl etkileyeceğini ortaya koyabilmek amacıyla 2016-2099 dönemi için geliştirdiği küresel iklim projeksiyonlarına da yer verildi.

Buna göre, Türkiye genelinde ortalama sıcaklık 2021-2099 döneminde yıllık 1 ila 6 derece artacak. İlerleyen periyotlarda değişim artış yönünde olacak.

Yağışlar ise yüzyılın son periyodunda yurt genelinde azalacak. Azalışlar, ilkbaharda yüzde 20-50 aralığına, yaz mevsiminde ise yüzde 60'lara varacak.

İklim değişikliği ile sellere yol açan şiddetli yağışlar artacak. Ankara ve İstanbul'un "çok şiddetli yağış" projeksiyonlarına göre; Ankara'da çok şiddetli yağışlı gün sayısı, 2021-2099 döneminde 6-10 gün aralığında artacak, günlük maksimum yağış miktarı ise 800-124 mm'ye kadar yükselecek.

İstanbul'da da aynı dönemde çok şiddetli yağışlı gün sayısı 18 ila 25 gün aralığında artarken günlük maksimum yağış miktarı ise 94 ila 125 mm'ye kadar çıkacak.

"Akdeniz ve İç Anadolu iklim değişikliğinden daha çok etkilenecek"

Rapora göre, Türkiye, dünya üzerinde kuraklığın sürekli olarak tehdit oluşturduğu yarı kurak iklim kuşağında yer alıyor.

Türkiye geneli 1971-2020 arası kuraklık dağılımına göre, 2008 en kurak, 2009 ise en nemli yıl oldu. Son 50 yılda 16 yıl değişen şiddetlerde nemlilik gözlenirken, 15 yıl değişen şiddetlerde kuraklık görüldü. 1 yıl olağanüstü kurak, 2 yıl çok şiddetli, 2 yıl şiddetli, 8 yıl orta, 2 yıl hafif kuraklık gözlendi.

Tahminlere göre, 2021-2098 döneminde kuraklık şiddet yüzdelikleri bir üst kuraklık sınıfına doğru kayma eğilimi gösterecek ve bu bazı bölgelerde daha fazla hissedilecek. Küresel ısınmanın muhtemel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasında yer alan Türkiye'de, gelecekte özellikle Akdeniz ve İç Anadolu bölgeleri iklim değişikliğinden daha çok etkilenecek.

Türkiye'nin de içinde bulunduğu yarı-kurak ve kurak iklim kuşaklarında, gerekli ve yeterli tedbirler alınmazsa belirli oranlarda kuraklığa bağlı tarımsal ekosistemin bozulabileceği ve gıda güvenliğinin tehlikeye girebileceği öngörülüyor. Doğal dengenin bozulması, bitkisel üretimde ürün kayıplarına yol açmasının yanı sıra hayvancılığın da sekteye uğramasına neden olacak.

Bitkisel üretim konusunda yapılan verim çalışmalarına göre, 2050'de Türkiye'nin 7 coğrafi bölgesinde 5 temel üründe; buğdayda yüzde 7,58, mısırda yüzde 10, ayçiçeğinde yüzde 6,35, pamukta yüzde 2,19 gibi verim azalmaları yaşanacak. 2050-2080 arasında incir üretimi ise yüzde 9 ile 14 oranlarında azalacak.

"Türkiye'nin önemli bir bölümü çölleşme konusunda hassas"

Rapora göre, çölleşme, dünyada kara alanının yüzde 25'i olan 4 milyar hektar alanı, 168 ülkede 1,5 milyar nüfusu doğrudan tehdit ediyor, her yıl 12 milyon hektar tarım arazisi bozuluyor. Zirai üretimde gelecek 10 yılda yüzde 2 azalma beklenirken, her yıl 5,2 milyon hektar orman arazisi azalıyor.

Savaşlardan sonra en büyük göç, çölleşmeden kaynaklanırken, bu nedenle son 20 yılda 10 milyon kişinin göç etti. İklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarının yüzde 25'i ise arazi tahribatından kaynaklanıyor.

Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla söz konusu problemlerden en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Dünya Çölleşme Tehlikesi Haritası'nda, başta Orta Anadolu olmak üzere Türkiye'nin önemli bir bölümü "çölleşme konusunda hassas" olarak gösterildi. Bununla birlikte Türkiye'nin yüzde 65'i kurak ve yarı kurak özelliklere sahip. Halen orman alanlarının yüzde 4,17'si, tarım alanlarının yüzde 38,71'i, meraların yüzde 53,66'sı ve diğer alanlarda yüzde 3,46'sı orta ve şiddetli ölçekte erozyona maruz kaldı.

Türkiye topraklarının yüzde 86'sının erozyon tehdidi altında olması, erozyonu çölleşmenin en önemli nedeni yapıyor. İklimsel verilere göre, Iğdır Ovası, Konya Ovası ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi, kuraklık ve çölleşmeye en hassas bölgeler olarak öne çıkıyor.

Türkiye'de gerçek çöl bulunmamasına karşın topraklarının üçte ikisine yakın bölümü kurak-yarı kurak alanlardan oluşuyor. Bununla birlikte son yıllarda gözlenen iklim değişimlerine bağlı olarak kurak alanlarda, İç Anadolu'nun batısına doğru genişleme gözleniyor.

Çölleşmeye açık yarı kurak alanlara sahip risk bölgeleri ise Konya Ovası'ndan Doğu Akdeniz'e doğru bir yayılma gösteriyor. Türkiye ölçeğinde yapılan bir çalışmada, 30 yıllık iki periyot (1950-1980 ve 1981-2010) karşılaştırıldığında ülkede yarı kurak alanların yaklaşık yüzde 14 arttığı belirlendi.

"Ulusal İklim Değişikliği Araştırma Merkezi kurulmalı"

Raporda, yasal ve kurumsal düzenleme gerektiren konular 96 ana başlık altında toplandı.

İklim değişikliği sürecinde Türkiye'de su kaynaklarına olan talep ve su kaynakları üzerindeki baskının giderek arttığı ifade edilen raporda, suların korunması ve yönetimine ilişkin genel esas ve usulleri ortaya koyan çerçeve nitelikte bir "su kanunu"na ihtiyaç duyulduğu belirtildi.

Raporda, iklim değişikliğiyle mücadelede sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum için gerekli hukuki ve kurumsal çerçevenin oluşturulması, teknik ve finansal mekanizmalara ilişkin usul ve esasların belirlenmesi amacıyla kanuni düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu, bu kapsamda "iklim değişikliği kanunu" çıkarılması gerektiği vurgulandı.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ne 1996'da taraf olan Türkiye'de, biyolojik çeşitliliğin korunmasıyla ilgili bir kanunun bulunmadığı hatırlatılan raporda, uluslararası sözleşmelerden kaynaklı taahhütlerin mevzuatla içselleştirilerek etkin olarak yerine getirilmesinin önemine dikkat çekildi. Genetik kaynaklara erişim ve fayda paylaşımı ile biyokaçakçılık konularında meri mevzuatta düzenleme bulunmadığı anımsatılan raporda, korunan alan sisteminde eksikliği hissedilen tür ve habitatların korunmasına yönelik boşluğun giderilmesi için kanuni düzenleme yapılması gerektiğine işaret edildi. Raporda, bu kapsamda "tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu" çıkarılması talep edildi.

Türkiye'de iklim değişikliği konusunda ilmi araştırmaların yetersiz olduğu vurgulanan raporda, Türkiye'nin şartlarına uygun iklim değişikliği modellerinin geliştirilmesi ve araştırmaların yapılması için Ulusal İklim Değişikliği Araştırma Merkezi'nin kurulması istendi.

Raporda, Türkiye'de suyun yüzde 77'sinin sulamalarda kullanılması nedeniyle ülke genelinde "damla sulama seferberliği" başlatılması önerildi.

Anız yangını, çevre kirliliği ve arazi tahribatı gibi olaylarda kurumsal müdahalelerin en kısa zamanda yapılmasının önemine işaret edilen raporda, fahri trafik müfettişliği gibi "fahri çevre müfettişliği" sistemi oluşturulması teklif edildi.

Raporda, su kaynaklarının azalma eğilimine girdiği bir süreçte, yeni sulama işletmelerinin devreye alınmasıyla mevcut su kaynaklarının gelecekte yetersiz kalacağının düşünüldüğü ifade edilerek, küçük ve orta ölçekli tarla sahibi çiftçilerin, sulama suyu ihtiyaçlarının karşılanması için "çiftlik rezervuarları" kurarak alternatif su kaynakları geliştirmeye yönlendirilmesi tavsiyesinde bulunuldu. Tarlalarda, yağmur ve kardan gelecek yüzey suları ile dolabilecek bu küçük kapasiteli rezervuarların yaygınlaştırılması önerilen raporda, bu rezervuarlardan temin edilecek sularla, düşük basınçla çalışabilen, az su tüketen ve asgari buharlaşma kaybı oluşturan damla sulama sistemi ile tarlaların sulanabileceği belirtildi.

Raporda, iklim değişikliğine yönelik atılan adımların kimseyi geride bırakmadan ve adil yönetilmesi için "ulusal adil geçiş mekanizması" kurulması teklifine yer verildi.

 "Tarlada ölçülü ve kontrollü su kullanımı" önerisi

Binalarda ısı tecridi yapılması için seferberlik başlatılması gerektiğine dikkat çekilen raporda yer alan bazı öneriler şöyle:

- İklim değişikliğinin etkilerine karşı 2050'ye kadar 'iklim dirençli toplum olma' hedefi koyulmalı

- 11. Kalkınma Planı, düşük karbonlu ve iklim dirençli hedefiyle hazırlanmalı

- Elektrikli araç kullanımı teşvik edilmeli

- Kargo taşımacılığında çevre dostu araçlar (bisiklet, elektrikli araçlar) yaygınlaştırılmalı

- Şehirlerde yol kenarlarına park etmenin yarattığı trafik sıkışıklığından kaynaklı emisyon artışı yaşandığı için yol kenarlarına araç parkı kısıtlanmalı, otopark problemi çözülmeli

- Yeşil OSB sertifika sisteminin uygulamasına yönelik teknik ve idari çalışmalar yürütülmeli

- Elektrik üretiminde kömür kullanımının ne zamana kadar devam ettirileceğine ve ne zaman bitirileceğine dair politika belirlenmeli

- Şehirlerde çim yerine az su tüketen çalılar ekilmeli

- Türkiye'ye muhtemel iklim göçü senaryoları araştırılmalı, bu kapsamda riskler belirlenmeli ve gerekli politikalar düzenlenmeli

- Çiftçilerin tarlada ölçülü ve kontrollü su kullanımını zorunlu hale getirecek şekilde hukuki düzenleme yapılmalı

- Tarla içinde tüketilen suyun miktarının, metreküp bazında ölçümü için sayaç kullanımı zorunlu olmalı, sayaç ile ölçülen su fiyatlandırılmalı

- Ön ödemeli sayaç sistemine (kartlı sayaç sistemi) geçilmeli. Sulamaya başlamadan önce su parasını yatıran çiftçi aldığı kadar suyu kullanmalı

- 2060'a kadar Türkiye'nin toplam sektörel su ihtiyacı, 73 milyar metreküp (sulama suyu 57 milyar metreküp, içme-kullanma ve sanayi suyu 16 milyar metreküp) olacağı için bu miktardaki suyun, bu sürede temin edilebilmesi amacıyla gerekli tedbirler alınmalı

- Tasarruflu su tüketimi konusunda eğitim verilmeli. Örneğin eller sabunladıktan sonra, dişler fırçalanırken, tıraş olurken musluğun kapalı tutulmasına azami özen gösterilmeli. Çamaşır ve bulaşık makineleri dolu ya da doluya yakın çalıştırılmalı

- Klozetler, su tasarrufu açısından çift su hazneli tasarlanmalı

- Yeşil alanların sulanması için, evlerin çatılarından ve satıhtan gelen yağış suları, sarnıçlarda toplanarak kullanıma sunulmalı

- Yeni yapılacak binaların mimari projelerinde, özellikle villa veya az katlı konutların çatı ve teraslarına düşecek yağmur sularını, dairelerin tuvalet sifonlarına aktaracak şekilde biriktirme tankları tasarlanmalı

- Dere yatakları üzerinde ve taşkın alanlarında tomruk ve ağaç deposu ile marangozhane gibi yerlerin yapılmasına izin verilmemeli, bu alanlarda daha önceden yapılan tesisler, taşkın alanı dışına çıkarılmalı

AA