İstanbul
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, iklim krizine dair merak edilenleri AA Analiz’e anlattı..
Son yıllarda gündemi meşgul eden “iklim krizi” nedir?
Bu işin bilimsel açıklaması şu şekilde: Güneşten dünyaya sabit bir enerji geliyor. Bu enerji miktarı değişmez. Ancak gelen miktarda enerjinin de dünyadan çıkması gerekiyor. Yani dünyaya 100 birim enerji geliyorsa 100 birim enerjinin de çıkması gerekiyor ki dünyanın sıcaklığı sabit kalsın. Gelen enerji çıkan enerjiden fazla olursa dünya ısınıyor. Bu işin temeli bu.
Gelen enerji değişmemesine rağmen giden enerjinin azalmasını sağlayan atmosferin yapısı. Yani dünyanın atmosferinde bazı gazlar var ki bunlar enerjiyi dışarı vermiyor. Karbondioksit bu gazların başında geliyor. Karbondioksitin en önemli özelliği bu. Biz, atmosfere ne kadar karbondioksit salarsak, atmosfer o kadar enerjiyi dışarıya bırakamıyor. Kömür, doğalgaz, petrol yaktığımızda, fabrikalar çalıştırıldığında, elektrik üretildiğinde atmosfere karbondioksit salınıyor. Atmosfer enerjiyi dışarı bırakamadığı zaman dünya daha fazla ısınıyor. Bu durum da iklim değişikliğine neden oluyor. Yani iklim değişikliği için tek bir sebep aramaya gerek yok, halihazırda yaptığımız birçok şey iklim değişikliğine sebep oluyor.
Peki, iklim meselesi yeni bir sorun mu? Dünya siyaseti neden iklim krizine odaklanmış durumda?
Buna iki yolla cevap vereyim. Birincisi şu; 1896’da İsveçli bir bilim insanı bir makale yazdı. O makalede “atmosferdeki karbondioksit oranı bugünkünün iki katına çıkacak olursa, dünya 5-6 derece ısınır” dedi. Dolayısıyla atmosferdeki karbondioksit oranı artarsa dünyadaki sıcaklık artar bilgisi yeni bir şey değil. Ancak bu İsveçli “Bunun olması da 200-300 yıl sürer” dedi. Esasında çok da mutlu oldu; “Dünya o kadar ısınırsa İsveç’te denize girebileceğiz biz!” diye düşündü. Ama bu uzun süre unutuldu. Çünkü karbondioksitin o seviyede artacağı ve dünyanın hızlı bir şekilde ısınacağı beklenmiyordu. Ancak 1980’den sonra bu ısınmanın etkileri her geçen sene biraz daha ciddi görülmeye başladı. Özellikle ülkemizde geçtiğimiz yaz karşımıza çıkan müsilaj, orman yangınları, Karadeniz’deki seller gibi çok zor rastlanır hava olayları patlak verdi. Herkes “Demek ki gerçekten bir sorun var” demeye başladı. Son zamanlarda biraz daha ciddi anlamaya başladık başımızın belada olduğunu.
İklim değişikliğinin gündelik hayatımıza yansımaları nasıl olacak?
Bugün, biz Türkiye’de çok ciddi bir Suriyeli mülteci sorunuyla karşı karşıyayız. Bu sorun iklim krizinin getireceği mültecilerle kıyaslandığında hiçbir şey değil! Önümüzdeki 20-30 sene içerisinde Türkiye’ye 30 milyona yakın iklim mültecisi gelebilir. Şimdi Türkiye’nin nüfusunu düşünün, bunun üstüne bir 30 milyon daha ekleyecek olursak, çok ciddi sorunlarla karşılaşacağız. Artık sokaktaki insan başının bu konuda ne derece belada olduğunu gayet rahat anlayacak.
Ayrıca Türkiye’de de zaman zaman sıcağın bize çok büyük etkisi olduğunu göreceğiz. Sıcak iki yönlü etki ediyor: Birincisi, gerçekten sağlığa olan etkisi var. Yani insanlar artık sıcaktan bunalıp hastaneye koşmaya başlayacaklar. Hatta bazı durumlarda sıcaktan düşüp ölmeye başlayacaklar. Daha oraya gelmedik ama yavaş yavaş oraya doğru gidiyoruz. Benzer şekilde yağışlar var. Geçen sene Bozkurt’ta gördüğümüz yağış örneğin. Bu, 2 bin 500 yılda bir karşımıza çıkabilecek miktarda bir yağıştı. İklim değişikliği diyor ki bu boyutta bir yağış artık 2 bin 500 senede bir değil, 25 senede bir karşımıza çıkacak. Yani Bozkurt 25 sene sonra aynı felaketle bir kez daha karşı karşıya kalacak. Bozkurt kalıyorsa, geri kalan Karadeniz’deki bütün vadilerde de aynı sorunun olacağını düşünebilmemiz gerekiyor.
Bununla beraber ciddi bir kuraklık var Türkiye’de. Bu ciddi kuraklık da özellikle Orta Anadolu’da ve Güneydoğu Anadolu’da etkisini gösteriyor. Buna karşılık bizim aldığımız bitki verimi düşüyor. Biz artık kendi gıdamızı üretmekte gittikçe zorlanır hale gelmeye başladık. Türkiye’de üretilen gıdanın fiyatı korkunç. İklim değişikliğiyle beraber artmaya devam edecek. Müsilaj bir diğer sorunumuz. Geçen sene musilaj sorunu yaşadık. Bu sene de benzer koşullar olduğu an aynı müsilaj yine Marmara’da Karadeniz’in kıyılarında, Ege’de, Akdeniz’de kendisini göstermeye başlayacak.
Bunların hepsi aynı problemin değişik şekilde kendisini dışa vurması. Şimdiye kadar kafamızda bunların hiçbirini birleştirerek “iklim krizi” demedik. Sağanak yağış dedik, kuraklık dedik, yüksek sıcaklık dedik, orman yangını dedik. Ama bunların hepsi esasında iklim krizinin değişik dışavurumları.
Peki, faturayı siyasetçilere mi çıkarmalı?
Bu faturayı hepimize çıkarmamız gerekiyor. Bu sadece bir kişinin, bir politikacının, bir devletin sorunu değil. İklim krizi hepimizin sorunu. İnsanların hayatlarında yaptığı tercihlerden oluşan bir sorun. Dün, bugün değil; geçtiğimiz 100 senedir, atalarımızın da yaptığı bütün hatalar, bizim yaptıklarımız ve çocuklarımızın da büyük ihtimalle yapmaya devam edeceği hataların bir sonucu iklim krizi. Yani çevremize baktığımız zaman kullandığımız, yediğimiz, içtiğimiz her türlü nesne bu problemin daha da kötüleşmesine neden oluyor.
Politikacıları çok fazla parmakla göstermemek gerekiyor. Çünkü politikacılar kendi kafalarından birtakım işleri yapan kişiler değil. Onlar halkın önem verdiği şeyleri yapan kişilerdir. Yani halk, “İklim değişikliği çok önemli bir şeydir. Bu konuya hemen çözüm bulun.” demeyi politikanın birinci maddesi haline getirirse, politikacılar da geri kalan bütün işleri bırakıp buna bakar. Çünkü halkı memnun etmek zorundalar. Dolayısıyla halk, “iklim” derken politikacı “ekonomi” demiyor. Halk “ekonomi” dediği için politikacı da “ekonomi” diyor. Burada suçlu olan hiç kimse yok, hepimiz varız. Politikacılar da dahil, biz de dahil, sanatçılar da dahil. Burada herkesin ciddi önlem alması gerekiyor. Çünkü gittikçe ağırlaşan bir sorun var ve bu konuda birtakım adımları atmadığımız zaman başımıza çok daha büyük belalar gelecek.
Sizce kamuoyu işin ciddiyetinin farkında mı?
Sokakta yürüyen vatandaşın farkındalığını iki boyutta değerlendirelim. Birincisi; bir şeyler değişiyor mu? Vatandaş onun farkında. “Evet, hava daha da sıcak. Eskiden böyle yağmazdı, birden sağanak yağış başladı. Eskiden buralar bu kadar yanmazdı, şimdi yanmaya başladı. Bu müsilaj da nereden çıktı? Eskiden ne güzel balık yerdik şimdi artık balık da kalmadı.”
Vatandaş bütün bu değişikliklerin farkında. Ama vatandaş bunların sebepleri konusunda biraz şüphe içerisinde. İklim değişikliğini biliyor, iklim değiştiği sebebiyle bunların olduğunu biliyor. Lakin iklimin niye değiştiği konusunda hep başkalarını suçluyor. Yani “Şu binayı diktiklerinden beri hava çok kötü oldu”, “Buraya baraj yaptılar, ondan beri burayı sel götürüyor” diyor. Ancak bunların hiçbirinin esasında problemle doğrudan alakası olmadığını görmüyor. Çünkü görecek olsa kendisi de bu problemin suçlularından biri olacak ve kendisinin de değişmesi gerekecek. İsteyerek ve istemeyerek bunu kafasından atıyor. Hep başkalarını suçluyor bu konuda.
İklim değişikliği sistem değişikliği için gelişmekte olan ülkelere uygulanan bir baskı aracı mı?
Dünya şu anda neo-liberal kapitalist ekonominin etkisi altında. 1980'den beri bu yolda gidiyoruz. Peki, bu sistemin değişmesini yakın vadede bekliyor muyuz? Hayır. Çünkü çok ciddi şeylerin değişmesi gerekiyor. Ama o sistem değişmeden de gerçekten çözümlere ulaşamayacağız. O da madalyonun öbür tarafı. Dolayısıyla bir noktada insan evladı diyecek ki; “Bu iş kötü, böyle gitmiyor, değişmemiz gerekiyor.”
Üretim biçimlerimizi, satış biçimlerimizi değiştirmemiz gerekiyor. Dün 1 liraya mal ettiğimiz soğanı çiftçi 40 kuruşa satamıyor ama biz o soğanı 4 liraya alıyoruz marketten. Demek ki arada bir arıza var. Çiftçinin 40 liraya ürettiğini bizim 1,5 liraya alıyor olmamız gerek. Fakat belli ki sistemde bir problem var ve biz onu 4 liraya alıyoruz. Bunların hepsinin değişmesi gerekiyor, sadece iklim krizi için değil düzgün yaşayabilmemiz için değişmesi gerekiyor. Şuan biz neyin nerede yapılacağından ziyade neyin daha fazla para getireceğine göre tarım yapıyoruz. Bu da karın doyurmaktan çok tişört üretmeye, çikolata yapmaya yarıyor.
Sistem “ne daha fazla para getirir” üzerine kurulu olduğu için daha fazla para getirecek ürünler üretmeye çalışıyoruz. Herkesin karnı doymalı problemine bakmıyoruz. Bu değişmek zorunda. Çünkü dünyanın sınırlarının sonuna doğru geliyoruz. Bunun çalışmaları çok önceden yapıldı. 1970’lerden beri deniyor ki bu şekilde devam edecek olursak 2070’te bu dünya bitecek; yani daha fazla üretemeyeceğiz.
Burada üreten de tüketen de hepimiziz. Batı bundan biraz daha fazla kâr sağlıyor. Lakin unutulmamalıdır ki onların faydalanabilmesi içinde onların ürettiklerini tüketecek birilerine ihtiyaç var. Yani gelişmekte olan ülkeleri batırmak ile onların kazanacakları bir şey yok. Gelişmekte olan ülkeler de gelişecek, ceplerinde para olacak ki onların ürettiklerini satın alabilsinler. Bu nedenle “İklim krizi Batı’nın komplo teorisi” görüşüne katılmıyorum. Bu işin komplo teorisiyle alakası yok. Hepimiz aynı gemideyiz. Bazımız üst kamerada bazımız alt kamarada. Gemi batınca, üst kamara da alt kamara da batacak.
İklim krizi ile ilgili bir kıyamet senaryosu çiziliyor diğer taraftan. Bu olumsuz tabloya katılıyor musunuz?
“Bu konuyu 2030’a kadar çözdük çözdük. Çözmedik, tufan.” Böyle bir şey yok. Bizim her an geri dönebilme şansımız var. Ancak geri döndüğümüz yer neresi olacak? Mesela bugün karbondioksit salımını bırakacak olursak, dünya bundan biraz daha kötü olur, sonra kendisini yavaş yavaş toparlar. Belki bundan 10 sene önceki hale dönebilir. Ama biz bu şekilde 10 sene daha devam ettik ve durduk diyelim, o zaman dünya ancak bugünkü haline geri dönebilir.
İstanbul’da belimize kadar kar yağdığı zamanlar geçmişte kaldı. O zamanlar gelmeyecek. Dolayısı ile tufan değil felaket değil ama kaybettiklerimizi geri kazanmak çok zor olmaya başlayacak. Bundan sonra atılacak adımlar, kaybettiklerimizi geri kazanmak için değil daha fazla şeyi kaybetmemek için atılmalı. Çünkü kaybedebileceğimiz çok fazla şey var. Bugün insan nüfusu 8 milyara geliyor. 8 milyar insan nüfusu 200 milyona düşebilir ve bu 200 milyon Antarktika’da yaşayabilir. Büyük bir felaket mi? Evet ama 200 milyon kişi kurtulabilir. Diyelim ki akıllandık ve adım attık, bu sefer 5 milyar insan kurtulabilir. Dolayısıyla bizim nerede durduğumuz, bu konuyu ne kadar ciddiye aldığımız ve ne kadar çabaladığımız önemli. Kur’an’da yazılan felaketin ne zaman geleceğini biz bilmiyoruz ve o da bu şekilde gelmeyecek muhtemelen. Lakin çok dikkatli olmamız gerekiyor çünkü çok kötü şeyler yapıyoruz.
Yeni bir gerçeklikle karşı karşıyayız ama bu geçici bir durum değil. Buna uygun yeni bir hayat düzenine mi geçeceğiz?
Gelecekte şu an içinde yaşadığımız iklim koşulları daha garipleşecek. Bunu söylemek mümkün. Bu daha ısınacak ya da soğuyacak demek değil. Daha garipleşecek. Çünkü içinde yaşadığımız şeyler garip. Yazın bir anda sel oluyor. İnsanlar can veriyor, mallar telef oluyor… Bunların her biri çok ciddi sorunlar. Bu sadece bir ısınma sorunu değil. Olayların gittikçe daha da şiddetlenmesi söz konusu.
İklim değişikliğini şu şekilde tanımlayabilirim. İçinde yaşadığımız olayların tamamı daha çok şiddetlenecek, daha sıklaşacak, daha geniş alanlarda görülecek. Bu içinde yaşadığımız olayların içine de her şeyi koyabilirsiniz. Sıcak ise daha fazla sıcak olacak. Sıcak hava dalgaları daha sık görülecek ve eskiden sıcak olmayan yerler de sıcak olmaya başlayacak. Kuraklık da kar fırtınası da aynı şekilde. Bu sebeple bu duruma alışmak değil, bundan daha kötüsünü bekliyor olmak gerekiyor. Hazırlıklı olmak lazım. Bir numaralı çözüm bu. Türkiye’de bunu son zamanlarda görmeye başladık.
Bundan 100 sene önce petrol ilk çıkmaya başladığı zamanlarda yüzeye çok yakındı. Kömür de doğal gaz da böyleydi. Bunları çok kolay çıkarıyorduk. Ancak bugün gittikçe zorlaşan kaynaklardan kömür, petrol ve doğalgaz elde ediyoruz. Bunun üzerine bir de talep arttığı için fiyatlar da artıyor.
Bundan 10 sene önce 20 sene önce hatta Arap-İsrail savaşı öncesi petrol çok ucuzdu. Ancak şu an o kadar pahalı hale gelmeye başladılar ki diğer enerji kaynakları çok daha ucuz olacak yakın bir zamanda. Bugün piyasaya bakıldığında güneş ve rüzgâr, kömür-petrol ve doğalgazın yarı fiyatı. Dolayısıyla biz istesek de istemesek de bir tarafta her geçen gün teknoloji açısından ucuzlayan güneş ve rüzgâr enerjisi var, diğer tarafta ise kısıtlardan dolayı fiyatı artan kömür-petrol ve doğalgaz var. Bu denklemde zaten güneş ve rüzgâr enerjisi daha ucuz ve kolay üretilmeye başlayacak. Elektrikli arabaya geçecek miyiz? Tabi ki de geçeceğiz. Çünkü elektrik enerjisi güneş ve rüzgârdan elde edilecek ve buna yönelmek zorunda kalacağız.
AA