İstanbul
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinan Levent, Türk-Japon ilişkilerinin 100. yılı vesilesiyle iki ülke ilişkilerinin geleceğini kaleme aldı.
***
1870'lerde Osmanlı İmparatorluğu'na Japonlar tarafından yapılan ilk ziyaretten bu yana 150 yıldan uzun bir süre geçti. Bu süre boyunca yürütülen Türk-Japon ilişkileri gayriresmi ve resmi olmak üzere iki açıdan ele alınabilir.
Türk - Japon ilişkilerinde dönüm noktaları
Bu bağlamda, 16 Eylül 1890 Ertuğrul Fırkateyni olayı, gayriresmi ikili ilişkilerin başlangıcıdır. Bu yıl, 100. yılını kutladığımız resmi ilişkilerin başlangıcı ise 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması'dır. 2000'li yılların başına kadar ki ikili ilişkileri üç temel konuyla özetlemek mümkün: Ertuğrul Fırkateyni felaketinin kurbanları için yıllık anma törenleri, 1985 İran-Irak savaşı sırasında Türkiye'nin Japon vatandaşlarını Tahran’dan kurtarması ve iki deprem ülkesi olma özelliğinin beraberinde getirdiği ortak anlayış ve işbirliği.
2013 yılında dönemin Başbakanları Recep Tayyip Erdoğan ve Abe Şinzo arasındaki güçlü kişisel uyumun etkisiyle stratejik ortaklık başlatılsa da alan uzmanı olarak samimi bir itirafta bulunmalıyım ki, Türk-Japon münasebetleri, oldukça sığ bir tarihi anlatıyla toz pembe çizildi. Bunda coğrafi uzaklığın rolü büyüktür. Bu yüzeysel anlatı ve münasebet, iki ülke yetkililerinin oryantalist duygusallıktan öteye geçememesine neden oldu. Fakat, beynelmilel düzendeki halihazırdaki değişim ve kriz hali, geleceğe dönük ikili ilişkilerin bir seviye öteye götürülebilmesi için bir fırsat sunabilir.
Son yıllarda Prof. Dr. John Ikenberry ve Prof. Dr. John Mearsheimer gibi uluslararası ilişkiler uzmanlarının bilimsel çalışmalarındaki ortak sonuç, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki tek kutuplu mevcut liberal nizamın dönüşü olmayan bir değişim içerisinde olduğudur. Bu çalışmalar göz önüne alındığında, bölgesel entegrasyon girişimleri uluslararası sistemin değişen dinamiklerinde giderek daha önemli hale geleceğe benziyor. BRICS, Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi örgütler, ulusların kendi çıkarlarını maksimize etmek için bölgesel entegrasyon girişimlerinden nasıl yararlandıklarına örnek teşkil ediyor.
Japonya'nın TDT'ye katılması neden önemli?
Bu bağlamda, bilhassa Orta Avrasya için Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), bölgesel entegrasyonda kilit bir oyuncu olarak büyük önem arz ediyor. Dolayısıyla, Japonya'nın TDT'ye olası katılımı, sadece iki ülkeyi yakınlaştırmakla kalmayıp, Orta Avrasya coğrafyasında ortak çıkara dayalı kapsamlı bir müttefikliğin de doğmasını sağlayacaktır. Bu, aynı zamanda Japonya'nın Çin politikasına da hizmet edebilir. Çin'in Avrasya'yı tekeline almayı amaçlayan Kuşak ve Yol girişimi, sadece Türkiye ekonomisini değil, Japonya’nın bölgedeki çıkarlarını da olumsuz etkileyeceğe benziyor. Ayrıca, Çin'in Tayvan ve ABD gibi komşu ülkelere yönelik iddialı diplomasisi, Japonya'nın savaş sonrası dış siyasetinin merkezinde yer alan Japonya-ABD Güvenlik Anlaşması'na meydan okuyor.
Bu faktörler ışığında, Japonya'nın TDT'ye katılımı, özellikle Çin'in bölgesel ve global etkisine karşı koyma konusunda hem Japonya hem de küresel toplum için faydalı olacaktır. Macaristan'ın gözlemci devlet rolüne benzer şekilde, Japonya da teşkilatın hedeflerine anlamlı bir şekilde katkıda bulunabilir. Orta Avrasya'da enerji kaynakları arayan ve kaynakları kıt bir ülke olan Japonya için de TDT'ye katılmak avantajlı olabilir. Fakat burada Japonya açısından belki de en büyük caydırıcı güç Rusya'dır. Dönemin Japonya Başbakanı Kişida Fumio'nun ağustos ayında Orta Asya’ya yapmayı planladığı resmi ziyaretin iptalinde, resmi açıklamadaki olası deprem riski kadar, gayriresmi kanallarda ve basında Rusya’nın verdiği menfi tepkinin de etkisi olduğu dillendirildi. En azından Rusya ve Orta Asya basınını takip edenlerin izlenimi bu yönde oldu.
Siyasi irade gerekiyor
TDT, 2018 yılında bir Doğu Avrupa ülkesi ve Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Macaristan'ı gözlemci devlet olarak kabul ederek coğrafi ve kültürel kapsamını genişletme temayülünde olduğunu somut bir şekilde gösterdi. Ertesi yıl ise, teşkilatın Avrupa temsilciliği Macaristan'ın başkenti Budapeşte’de kuruldu. Macaristan'ın gözlemci ülke olarak teşkilata dahli, kısmen dilbilimsel olarak Ural-Altay ailesinin bir üyesi olmasından ya da daha tarihsel ve etnografik olarak “Turanlı” bir halk olarak kabulünden geliyor. Ancak daha da önemlisi, Macar müesses nizamının ve hükümetinin kendisini bu Asya kökeniyle ilişkilendirmeye ve dış politikasını buna göre uyarlamaya istekli ve muktedir olmasıdır. Aynı istek, Güney Kore, Japonya, hatta Finlandiya ve Moğolistan gibi ülkeler tarafından da gösterilebilir.
Esasen Macaristan gibi Japonya da savaş öncesi Turancılık hareketini Asyalılığın bir parçası olarak yürütmeye çalışan ülkelerden biriydi. Bir Asya fikri olarak Turancılığın, diğer Büyük Asyacı yaklaşımlarla uyumlu bir şekilde Japon siyasi düşüncesiyle kesiştiği ve Japon ordusu, Dışişleri Bakanlığı ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) politikalarını etkilediği tarihi bir hakikattır. Dahası Japonya, geçmişte Türkiye ve Macaristan ile birlikte Turan Cemiyeti'nin kurulduğu birkaç ülkeden biridir.
Japonya'nın bu arka planı, günümüzde TDT'ye katılımı için yeterli tarihi zemini sağlıyor. Ancak Macaristan'dan farklı olarak Japonya'da bu yönde bir irade, en azından şimdilik yok. Ekim 2024 itibarıyla Güney Kore potansiyel olarak bu teşkilata katılmaya Japonya'dan daha istekli ve yakın gibi duruyor. Bunun nedeni de hem günümüzde Korelilerin Orta Avrasya kökenli göçebe gelenekten geldiklerini kabul etmesi hem de bunun bir sonucu olsa gerek TDT'ye ilgi göstermesidir.
Japonya'nın TDT'ye gelecekte olası katılımı, Japonya ve Türkiye arasındaki ilişkileri önemli ölçüde güçlendirir ve derinleştirir. Bu iştirak, hem tarihi bağlar hem de 2013 yılında kurulan stratejik ortaklığın genişletilmesi ve ikili ilişkiler tarihinde hiç yaşanmamış boyutta bir müttefiklik kurulması açısından büyük önem taşır. Şu anda ABD liderliğindeki tek kutuplu konjonktür nedeniyle henüz gerçekleşemese de ileride bölgesel örgütlerin öneminin artacağının öngörüldüğü çok kutuplu bir uluslararası düzende Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler daha bağımsız ve özgün bir politika izleyebilirler.
[Doç. Dr. Sinan Levent, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesidir.] AA