ÜNİTER DEVLET KAVRAMI VE HUKUKİ BOYUT

Baki ŞİMŞEK

1. BÖLÜM / 3. KISIM:

ÜNİTER DEVLET KAVRAMI VE HUKUKİ BOYUT

Üniter devlet, yasama, yürütme ve yargı gücünün merkezî bir hükümet tarafından kullanıldığı; idari birimlerin (il, ilçe, belediye vb.) ise merkezi yönetimin verdiği yetkilerle sınırlı kaldığı devlet modelini ifade eder. Bu modelde tek bir anayasa, tek bir parlamenter yapı ve ulusal egemenlik ilkesi hâkimdir.

Türkiye Cumhuriyeti de üniter devlet modelini benimsemiştir. Anayasanın değiştirilemez maddelerinden olan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”, üniter yapının hukuki dayanaklarından biridir. Üniter devlet modelinde, federal sistemlerde olduğu gibi eyaletlerin kendi yasama gücüne sahip olması söz konusu değildir. Tüm hukuki düzenlemeler ana yasama organı tarafından yapılır ve ülke genelinde geçerlidir. Türkiye’de “yetki genişliği” ve “yerinden yönetim” ilkeleri, merkezi idarenin yerel birimlere belli ölçülerde yetki devri yapabilmesini sağlar. Buna rağmen, üniter yapının özüne aykırı olmayacak şekilde bu yetkilerin sınırları belirlenir. Böylece, farklı bölgelerin ihtiyaçları doğrultusunda yönetime katılımı sağlansa da nihai karar alma mekanizması merkezî devlette toplanır.

Bu yetki devri hem merkezi yönetimin yükünü hafifletir hem de yerel ihtiyaçlara daha hızlı ve etkili çözümler üretilmesini sağlar. Ancak, üniter yapının korunması için bu yetkilerin sınırları net bir şekilde çizilmelidir.

Somut Örnekler:

İmar Planlaması: Belediyeler, imar planları yapma yetkisine sahiptir. Ancak bu yetki sınırsız değildir. Üst ölçekli planlar (çevre düzeni planları gibi) merkezi idare veya üst kademe yerel yönetimler tarafından yapılır ve belediyelerin imar planları bu üst ölçekli planlara uygun olmak zorundadır. Örneğin, bir belediye, tarım arazisi olarak belirlenmiş bir alanı imara açamaz. Bu, merkezi idarenin yetki devrinde sınır koyma yetkisini gösterir.

Vergi Toplama: Belediyeler, belirli vergileri toplama yetkisine sahiptir (emlak vergisi, çevre temizlik vergisi gibi). Ancak bu vergilerin türleri ve oranları kanunlarla belirlenir ve belediyeler keyfi olarak yeni vergiler oluşturamaz veya mevcut vergilerin oranlarını istediği gibi değiştiremez.  Bu da merkezi hükümetin mali denetimini ve yetki sınırlamasını gösterir.

Personel İstihdamı: Belediyeler kendi personelini istihdam edebilir. Ancak bu istihdam, merkezi hükümet tarafından belirlenen genel ilkelere (KPSS gibi) ve kadro sınırlamalarına tabiidir.  Belediyeler keyfi olarak kadrolaşma yapamaz.

Yatırım Yapma: Belediyeler, kendi bütçeleri dahilinde yatırım yapabilirler. Ancak, büyük ölçekli yatırımlar veya merkezi hükümetin stratejik öncelikleriyle çelişen yatırımlar için merkezi idareden izin almaları gerekebilir. Örneğin, bir belediye kendi sınırları içinde bir havalimanı inşa etmek isterse, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın onayını almak zorundadır.

Bu örnekler, üniter devlet yapısında yerinden yönetimin yetki genişliğinin, merkezi hükümetin denetim ve düzenleme yetkisiyle sınırlandırıldığını göstermektedir. Bu sınırlamalar, üniter yapının özünü korurken, yerel yönetimlere de belirli alanlarda inisiyatif kullanma olanağı sağlar.  Hoşgörü ve birliktelik, bu yetki paylaşımı ve işbirliği mekanizmalarıyla daha da güçlendirilebilir.

Örneğin, Anayasa'nın 127. maddesi yerel yönetimlerin yetkilerini genel olarak belirlerken, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gibi özel kanunlar, bu yetkileri detaylı olarak düzenler.

Hukuki çerçevede üniter yapıyı korumak adına, Anayasanın 3. ve 5. maddeleri büyük önem taşır. Madde 3, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” ifadesiyle, üniter devlet anlayışını somutlaştırır ve resmî dil hususunu da güvence altına alır. Madde 5 ise, devletin temel amaç ve görevlerini belirlerken, millî dayanışma ve bütünlüğü korumayı, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumayı vurgular. Bu maddeler hem millî kimliğin hem de devlet bütünlüğünün anayasal temellerini oluşturur. Hoşgörü ve birliktelik esasına dayalı bir siyasi yaklaşımın, üniter devlet anlayışını zedeleyebileceği veya ortadan kaldırabileceği yönündeki kaygılar, çoğunlukla “bölgesel ayrılıkçılık” veya “özerklik” talepleriyle ilişkilendirilmektedir.

Oysa Türkiye’de üniter yapıyı tehdit eden temel unsur, hukuki çerçevenin tamamen dışında, şiddet eylemleriyle devleti zayıflatmayı amaçlayan illegal yapılardır.

Demokratik siyaset alanında farklı kimliklerin hak talepleri ise, belirli bir hukuki çerçeve içerisinde kaldığı sürece, üniter devlet yapısını doğrudan tehdit etmekten uzaktır. Dolayısıyla üniter devlet anlayışı, “tekçi” bir bakış açısını zorunlu kılmaz; farklı kültürlerin, dillerin, inançların tanınması ve bunların kamusal alanda yaşamasına imkân tanınması, anayasal bütünlük çerçevesinde mümkündür.

Burada kritik olan nokta, farklılıkların tanınması ile “bağımsızlık” veya “bölünme” talebinin birbirine karıştırılmamasıdır.

Hoşgörü ve birliktelik, farklı grupların devlete ve toplumun geneline aidiyet duygusunu artırarak aslında üniter sistemi daha da sağlam kılabilir. Bu yönüyle, hukuki zeminde çeşitliliğe alan açmak, üniter yapıyı yıkmaktan çok uzaktır.

............