Türkiye yeni bir döneme giriyor
Başbakan Erdoğan, Alman Dış Politika Enstitüsünde, "21. Yüzyılda Türkiye, Avrupa ve Dünya" temalı konuşma yaptı..
Erdoğan Gezi olaylarıyla ilgili bir soruya, "Şimdi gezi olaylarını söylüyorsunuz. Siz Frankfurt’taki, Hamburg’daki eylemler yaşandı. Bizim polisimizde mukayese edilemeyecek şekilde görüntüler yaşandı. Bu görüntüler benim elimde var. Bunları nereye koyacaksınız?" dedi.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Berlin'deki Alman Dış Politika Cemiyeti'nde yaptığı konuşmaya, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in daveti sonucu Almanya'ya yaptığı resmi ziyaret vesilesiyle Alman Dış Politika Cemiyeti'nde bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek başladı.
Bu buluşmanın ardından Şansölye Merkel ile çalışma yemeğinde bir araya geleceğini ve gündemdeki konuları etraflıca değerlendireceklerini ifade eden Başbakan Erdoğan, yine bugün Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier ile Başbakan Yardımcısı, Ekonomi ve Enerji Bakanı Sigmar Gabriel'le de bir araya gelerek, dış politika ve ekonomiye ilişkin iki ülke gündemindeki meseleleri ele alacaklarını vurguladı.
Başbakan Erdoğan, akşam saatlerinde de Berlin Avrupalı Türk Demokratlar Birliği'nin düzenlediği yaklaşık 5 bin kişinin katılacağı bir buluşmada vatandaşlarla bir araya geleceğini belirterek, ziyaretinin Türkiye-Almanya ilişkileri ve işbirliği açısından önemli neticelere vesile olacağını umduğunu dile getirdi.
2014 yılının Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri açısından daha ilk haftalarından itibaren yoğun bir trafiğe sahne olduğunu belirten Erdoğan, "Önceki hafta Brüksel'de Avrupa Birliği yetkilileriyle önemli temaslarımız oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Hollande geçen hafta ülkemizi ziyaret etti. Sayın Cumhurbaşkanımız yine geçen hafta İtalya'yı ziyaret etti. Bizim bugünkü Berlin temaslarımızın ardından İspanya'dan ülkemize bir resmi ziyaret gerçekleşecek. Bu yoğun trafik, öyle umuyorum ki yıl boyunca devam edecek" şeklinde konuştu.
"2014 yılı Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bakımından tarihi bir yıl olacak" diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Esasen, dünyamızın son yıllarda şahit olduğu önemli hadiseler, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin önemini, Türkiye'nin AB üyesi olmasının hayatiyetini net bir şekilde ortaya koydu. Küresel finans krizi, Arap uyanışı, Suriye ve Mısır meseleleri. Özellikle bunlar başta olmak üzere çok sayıda gelişme, aslında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne değil, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye olan ihtiyacını hepimizin görmesini sağladı. Bakınız burada birkaç noktayı özellikle vurgulamak istiyorum. Türkiye ekonomisi, 2002-2012 arasındaki 10 yılda ortalama yüzde 5 büyüme kaydetti. Milli gelirimiz üç kattan, ihracatımız ise dört kattan fazla artış kaydetti. Artan nüfusa rağmen işsizlik azaldı. Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından olan yüksek ve belirsiz enflasyon dönemi artık geride kaldı. Borçlanma faizleri düştü, borçluluk oranı ciddi şekilde azaldı ve bütçemiz sarsılmaz bir disipline kavuştu. Bunun yanında finans ve bankacılık alanında, mali alanda çok önemli yapısal reformlar gerçekleştirdik. Türkiye'de ekonomik büyümenin ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engellerden biri terör meselesiydi. Terörün sosyal maliyeti kadar ciddi bir ekonomik maliyeti vardı. Ayrıca terör, sağlıklı bir ortamda reform yapılmasını, siyasetin süreçlere egemen olmasını engelliyordu. Yoğun gayretlerimiz neticesinde terör meselesi çözüm yoluna girdi diyebilirim. Çünkü son 1 yılı aşkın süredir Türkiye terör nedeniyle kayıplar yaşamıyor."
Başbakan Erdoğan, "Yine Türkiye'de ekonomik büyümenin ve demokratikleşmenin önündeki bir başka engel de vesayet sistemi, devlet içine sirayet eden çete ve örgütlerdi. 11 yıl içinde verdiğimiz yoğun mücadele sayesinde bu sorunların çözümü yolunda da önemli mesafe kaydettik" ifadesini kullandı.
"TÜRKİYE ARTIK YENİ BİR DÖNEME GİRİYOR"
"17 Aralık tarihinde Türkiye'de ekonomiye, siyasi istikrara, demokratik kazanımlara yönelik yeni bir örgütlü saldırı yapılmak istendi" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Emniyet ve yargı başta olmak üzere, devlet kurumlarına sirayet etmiş bir örgütlü yapı kullanılarak, Türkiye siyaseti yeniden tasarlanmak veya yeniden dizayn edilmek istendi. Türkiye'nin rotası, istikameti değiştirilmek istendi. Kararlı ve dik duruşumuz sayesinde, özellikle de halkımızın desteğiyle, bu saldırıyı da etkisiz hale getirdik.
İki ay sonra 30 Mart'ta yapılacak yerel seçimler, Türkiye için tarihi nitelikte bir dönüm noktası olacaktır. Açıkçası, 30 Mart'ta demokrasinin, istikrarın, özellikle de siyasetin çok büyük bir zafer elde edeceğine, eski Türkiye'yi artık kapatıp, yeni Türkiye çağını başlatacağına inanıyorum. Gerçekten de Türkiye artık yeni bir döneme giriyor. Bu yeni dönemde Yeni Türkiye'de geçmişten bugüne kadar devam eden bazı engeller ve sorunlar artık olmayacak. Örneğin ekonomi, direncini ispat etmiş şekilde daha fazla istikrar ve güven zemininde büyümesini sürdürecek."
Başbakan Erdoğan, "Terör meselesinin çözümüne yönelik sabotajlara yeltenenler 30 Mart'tan itibaren umutlarını tamamen yitirecekler. Demokratikleşmenin önündeki engeller kalkmış olacak ve Türkiye'nin reform kapasitesi daha da artacak. En önemlisi de 30 Mart'la birlikte çözüm sürecinin, bütün sorunların çözüm aracının siyaset olduğu herkes tarafından kabul edilecek ve siyaset güç kazanacak" diye konuştu.
"UMUYORUM Kİ VESAYET ÖZLEMLERİNDEN VAZGEÇECEKLER"
Hükümet olarak 11 yıldır Türkiye'yi normalleştirmenin, Türkiye'yi Avrupa Birliği standartlarına kavuşturmanın mücadelesini verdiklerini vurgulayan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
"Bu mücadelede çok sayıda engelle, çok sayıda provokasyon ve sabotajla karşılaştık. Reform sürecini engellemek ya da yavaşlatmak için hükümetimize çok sayıda tuzaklar kuruldu. En son 17 Aralık tuzağının da bozulmasıyla artık siyaset dışı güç odakları, umuyorum ki vesayet özlemlerinden de vazgeçecekler. Bunun da Türkiye'nin normalleşmesinde çok önemli bir adım olacağını artık görüyorum ve buna da inanıyorum. 2023 yılı çok önemli bir yıl dönümünü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümünü kutlayacağımız bir yıl olacak. Bu anlamlı yıl dönümü için çok büyük hedefler belirledik. Önümüzdeki 9 yıl içinde büyüyen ekonomiyle, hızla gerçekleşen reformlarla, barışçıl dış politikamızla, Avrupa Birliği katılım sürecimizle, 2023 hedeflerimize ulaşacağımızdan hiç şüphem yok."
21'İNCİ YÜZYILIN EN BÜYÜK İNSANLIK TRAJEDİSİ
Başbakan Erdoğan, Alman Dış Politika Cemiyeti'ndeki (DGAP) "21. Yüzyılda Türkiye, Avrupa ve Dünya" temalı konuşmasında, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin ya da Türkiye Almanya ilişkilerinin, dar bir çerçevede ele alınmasına her zaman itiraz ettiklerini söyledi.
Avrupa Birliği ve Almanya'nın Türkiye ile ilişkileri, bugün var olan meseleler üzerinden değerlendirilemeyeceğini ifade eden Erdoğan, " Eğer böyle değerlendirirsek burada bir yanılgıya düşeriz. Bu ilişkilerin öncelikle tarihi boyutu vardır. Bunun da ötesinde, çocuklarımızı ilgilendiren bir gelecek boyutu vardır. Meseleyi sadece göç, kültür, inanç, ekonomi boyutuyla ele almak, bunu da siyasette popülizmin malzemesi yapmak, hiç kuşkusuz tarihe ve geleceğe haksızlık olur" ifadesini kullandı.
"20'nci yüzyılın tarihini, Osmanlı Devleti'ni ya da Türkiye Cumhuriyeti'ni dışarda tutarak yazmak ne kadar imkansızsa, 21'inci yüzyılın tarihini de Türkiye'siz şekillendirmek o kadar imkansızdır" diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bakınız şu anda 77 milyona ulaşan nüfusuyla dev ekonomisi ve potansiyeliyle özellikle de coğrafi konumuyla Türkiye, 21'inci yüzyılın şekillenmesinde varlığını mutlaka hissettirecek bir ülkedir. 20'nci yüzyıl maalesef bir savaşlar ve çatışmalar yüzyılı oldu. 21'inci yüzyılın ilk 14 yılında, lokal kalmakla birlikte çatışma, savaş ve terörün dünyamızı rahatsız ettiğini görüyoruz. Ancak, 21'inci yüzyıl, küreselleşmenin de etkisiyle refah arayışlarının, işbirliği ve dayanışma arayışlarının öne çıktığı yeni bir döneme işaret ediyor."
Başbakan Erdoğan, "Savaşların, çatışmaların, terörün, belli ülkelere ağır kayıplar verdirdiği, belli ülkelere de önemli kazançlar sağladığı çağ artık kapandı. Sadece küresel değil, yerel sorunlar dahi şu anda tüm dünyaya tehdit teşkil edebiliyor ve tüm dünyaya ağır bedeller ödetme potansiyeli taşıyor" diye konuştu.
Ortadoğu'da, herhangi bir ülkenin yaşadığı sorunların, artık sadece o ülkenin sınırları içinde kalmayıp, tüm dünyanın başını ağrıtabildiğine dikkati çeken Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
"Örneğin, Filistin meselesi, Filistin sınırları içinde, İsrail sınırları içinde kalmıyor, Ortadoğu'dan başlayarak tüm dünyayı etkileme potansiyelini içinde barındırıyor. En küçük sorunların küresel etki yaptığı böyle bir çağda, işbirlikleri, dayanışma platformları, ortak karar alma süreçleri daha fazla hayatiyet arz ediyor. Bu anlamda, özellikle de Türkiye, bölgesel ve küresel meselelerde tecrübesinden ve birikiminden istifade edilebilecek bir ülke özelliğiyle öne çıkıyor. Türkiye'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile tarihi ve kültürel ortaklıkları, hiç kuşkusuz barış süreçleri için bir imkandır. Aynı şekilde, Türkiye'nin Balkanlarla olan tarihi ve kültürel bağları da bu bölgedeki istikrar için bir imkandır. Türk dünyası, İslam dünyası, Afrika, Uzak Asya gibi bölgelerle Türkiye'nin birikimi üzerinden irtibat kurmak da aynı şekilde önemli bir imkandır. Halkı Müslüman bir ülke olarak, Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yer almasının, bölgesel ve küresel barışa yapacağı katkıları özellikle hatırlatmak isterim."
"TARİH, BİZE BUNU YAPMA HAKKI VERMİYOR"
Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bakın biz, Türkiye olarak, Filistin meselesine gözlerimizi kapatabilir, sırtımızı dönebilirdik. Mısır'da yaşanan darbeyi görmezden gelebilir, dünyadaki büyük çoğunluğun yaptığı gibi susarak bu darbeyi onaylayabilirdik. Aramızdaki 911 kilometrelik sınıra rağmen, Suriye'ye sırtımızı dönebilir, kapılarımızı kapatabilir, sınırımıza yığılan mazlumlara tepkisiz kalabilir, onların zalim Esed'in bombalarına terk edebilirdik. Suriye'de, rejim tarafından işlenen insanlık dışı cinayetleri gösteren 55 bin kare fotoğrafı görmezden gelebilirdik. Şu anda, Suriye içinde Yermuk'ta, bir şehrin topyekün cezalandırılmasını, bir şehrin bütünüyle açlık ve sefalete terkedilmiş olmasını hiç duymayabilirdik. Biz bunu yapmadık, yapamayız. Tarih, bize bunu yapma hakkı vermiyor. Coğrafya bize bunu yapma imkanı tanımıyor. Bütün bunların ötesinde, dış politikamızın merkezinde olan insani ve vicdani değerler, bize böyle bir tepkisizlik, duyarsızlık hakkı asla vermiyor. Haksızlığa sessiz kalmanın mutlaka bir bedeli vardır. Bu bedel, bugün ödenmese de yarın mutlaka bir şekilde ödenir. Biz, Türkiye olarak, ne şimdiki neslin, ne de gelecek neslin böyle bir bedel ödemesini arzu etmiyoruz. Bu bedeli, dünyanın hiçbir ülkesinin de ödemesini arzu etmiyor, her platformda küresel vicdanı harekete geçirmenin mücadelesini veriyoruz. Tarih bize şunu gösterdi değerli dostlarım…Etrafınıza surlar örerek, sınırlar çizerek, mayınlar döşeyerek, harici tehlikelerden tümüyle emin olamazsınız. Bir şehir, bir ülke ne kadar korunaklı olursa olsun, dışarıya ilgisiz kalarak ayakta duramaz. Hele hele, küresel bir asırda, korunaklı refah adacıkları kurulamaz."
Küresel sorunlara küresel cevaplar üretmenin 21'inci yüzyılın kaçınılmaz bir gereği olduğunu dile getiren Erdoğan, "Bakınız, birileri çıkıp, Filistin meselesinin Avrupa'ya hiçbir bedelinin olmadığını iddia edebilir. Oysa, Filistin meselesinin Avrupa'ya, maddi bedeli, sosyal bedeli olmuştur. Daha da ötesi bu mesele vicdanlarda adalet duygusunun sarsılması gibi bir maliyet de ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde Mısır'da yapılan darbenin, orta ve uzun vadede, en azından vicdanlara ödeteceği bir bedelinin olacağı açıktır" diye konuştu.
"TÜRKİYE'YE 700 BİNDEN FAZLA MÜLTECİ SIĞINDI"
Aynı bedelin, Suriye için de ödeneceğini özellikle hatırlatmak istediğini vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Yaklaşık 3 yıldır, Suriye'de, Avrupa'nın yanı başında, 21'inci yüzyıl'ın en büyük insanlık trajedisi yaşanıyor. Şu anda 150 bini aşkın insan, çoluk, çocuk kadın, erkek, yaşlı öldürüldü. Bunların önemli bir kısmı da bildiğiniz gibi kayıtsız. Yani 150 bine aşkın kayıtlı, bir o kadar da kayıtsız var... Yani nerden bakarsanız bakın 300 bine ulaşan bir ölü var. 1,5 milyonu aşkın insan, evlerini terk etmek zorunda kaldı. Eğer bunu ülke içindekilerle beraber düşünürsek 7 milyona varan bir göç söz konusu ve 700 bine yakın Suriyeli mülteci olarak şu anda bizim ülkemizde. Bunların yaklaşık 220 bini çadır ve konteyner kentlerde kalıyor. Diğerleri de değişik şehirlerde evlerde… Ama bakıyorsunuz bırakın Suriye'deki meselenin çözümü için adım atmayı mülteciler için dahi çok kısıtlı adımlar atılıyor. Bizim şu anada kadar 2 milyar doları aşkın burada bir yatırımımız oldu. Ama bize dünyadan gelen yardımı baktığınızda maalesef 130 milyon dolar. Böyle bir durumla karşı karşıyasınız."
Başbakan Erdoğan, "Ortadoğu'da vicdanlar yaralandıkça, vicdanlardaki adalet duygusu zedelendikçe, bunun tüm dünyaya bedeli de ağır oluyor. Türkiye olarak, 21'inci yüzyılın, insani ve vicdani değerlerin damgasını vurduğu yüzyıl olmasını yürekten arzuluyoruz ve bunun için gayret gösteriyoruz" dedi.
TÜRKİYE-ALMANYA İLİŞKİLERİ
Önemli değişimlerle şekillenen uluslararası sistemde, Türkiye, sorumlu ve ilkeli yaklaşımıyla gelişmelere olumlu bir defa katkı yapmaya çalıştığını anlatan Başbakan Erdoğan, "Burada son olarak şunu da vurgulamak isterim…Türkiye ile Almanya, çok uzun bir tarih diliminde önemli işbirlikleri sergilediler. Şu anda Almanya Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülke. İthalatımızda da Almanya ikinci ülke konumunda ve turizmde Almanya'dan ülkemize gelen turist sayısında Almanya birinci sırada. 5 milyonu aşkın Alman vatandaşı ülkemizi ziyaret ediyor. Şu anda Norveç son zamanlarda öne çıktı şöyle; yerleşik olarak da Norveç halkı birinci sırada, ikinci sırada da Almanya. Artık halklarımızın kaynaşma süreci çok çok farklı bir konumda. Dolayısıyla böyle bir yaklaşımın, böyle bir kaynaşımın olduğu iki ülkenin geleceğe yönelik atacağı adımların çok anlamlı olduğuna inanıyorum " şeklinde konuştu.
Gerek Almanya'daki Türk yatırımlarının, gerekse Türkiye'deki Alman yatırımlarının çok ciddi boyutlara ulaştığını anlatan Erdoğan, şunları belirtti:
"Türkiye'de yerleşen Alman vatandaşları ve turistler, kendilerini ikinci evlerinde hissediyorlar. İnanıyorum ki Almanya'da bulunan 3 milyon Türk de kendilerini bu şekilde ikinci evlerinde hissetmenin şu anda multuluğu memnuyiet içindedirler.
Almanya'daki Türkler ise ikinci, üçüncü ve dördüncü nesillerle artık Alman toplumunun önemli bir unsuru haline geldiler. Tarihin ve bugünün önümüze koyduğu bu tablo, iki ülke için çok önemli bir fırsattır. İlişkilerimizi, işbirliğimizi daha da ileri seviyelere taşımak için gayretlerimiz kesintisiz sürecek. Almanya'dan biz, Avrupa Birliği sürecimizde en büyük katkıyı, en büyük desteği görmek istiyoruz. Şu ana kadar olanı yeterli değil. Sadece Almanya'da yaşayan Türklerin nüfusunun, birçok Avrupa Birliği ülkesi nüfusundan fazla olduğunu hatırlatmak isterim. Avrupa Birliği'nin tabii bir üyesi olan Türkiye, resmen üyelik için de reformlarını kesintisiz olarak sürdürecektir. Almanya içindeki dostlarımızdan, bilim insanları, sanatçılar, iş adamlarından, Almanya'da yaşayan diğer ülke vatandaşlarından da bu sürece destek vermelerini bekliyor, bunu gönülden arzu ediyoruz."
AZINLIKLARIN HAKLARINI KORUMAK ESASTIR
Soru: Çok doğrudan bir soru. Siz Türkiye'nin insani hedeflerinden bahsettiniz dış politikada. Bu Türkiye'de polisin, gezi parkındaki göstericilere karşı nasıl bağdaştırabiliriz? Siz demokrasinin seçimler sandık üzerinden geçer dediniz, fakat seçimler bir çoğunluğun, AK partili bir çoğunluk. Ama toplum içerisine onu seçmeyenlerin de dahil edilmesi gerekiyor. Bu güçlerin seçimler esnasında diyaloğa nasıl katmayı düşünüyorsunuz?
Demokraside şüphesiz ki azınlıkların haklarını korumak esastır. Ama orada çoğunluğun tek başına iktidar yaptığı bir yönetimi de azınlığa hiçbir zaman ezdirmemek en doğal haktır. Öyle kalkıp da biz çoğunluğun azınlığa egemen olmasını istemesek de, azınlığın da çoğunluğa baskıcı egemen, şiddete başvurmak suretiyle evet diyemeyiz.
DEDİLER Kİ HAYIR İSTEMEYİZ
Şimdi gezi olaylarını söylüyorsunuz. Siz Frankfurt'taki, Hamburg'daki eylemler yaşandı. Bizim polisimizde mukayese edilemeyecek şekilde görüntüler yaşandı. Bu görüntüler benim elimde var. Bunları nereye koyacaksınız? Orada gezi mezi olayı da değil. bakın Taksim'de çok farklı düşüncelerim vardı. Türkiye'de, bir tane opera binası yoktur. Taksim'de bir kültür merkezini opera binası yapma hevesi vardı. Bunu bizim iktidarımız yapacak diye, dediler ki hayır yaptırmayız dediler. Burası deprem tehdidi altında bir yer. Gezi parkı denilen yeri, kışlaydı. Büyük şehirlerde müzeler vardı. Biz aynı kışlayı inşa edelim, bunun üzerine şehir müzesi haline getirelim istedik. Dediler ki hayır, istemeyiz. Şimdi bu özellikle geçmiş dönemlerde kominist rejimlerde olan yaklaşım biçimiydi. Yeni bir şey yapacaksanız buna her zaman karşı çıkarlardı. Biz bunları yapmak istiyoruz.
BİZ BUNUN ADIMLARINI ATTIK
Hiçbir iktidarın yaptığını biz yaptık. Nedir? Ne kadar gayri menkulleri varsa, vakıflar genel müdürlüğüne devredilmişti. Biz bunları meydana çıkardık. Şu ana kadar 2,5 milyar TL değerindeki gayri menkullerini biz devrettik. Mor Gabriel kilisesi bir sorundu biz çözdük. Sümela Manastırı kapalıydı, biz açtık. Tarsus'ta biz açtık. Azınlığın haklarını korumak budur. Biz bunun adımlarını attık.
Bölücü terör örgütü ve yanlı terör örgütleriyle adımlar varsa, müsaade edin de güvenlik güçleri yapılması gerekenleri yapsın. Bunlar da hiçbir zaman standartların dışında değildir.
"İSTEKLERİNİN BİR KABUL EDİLEBİLİRLİĞİ YOKTU"
Soru: Burada tabi protestoların ilginç yönü, gösteri yapanlar, seçmenleriniz arasında da vardı. Tabi ki katılım konusunda da bütün medyalarda tartışılan konular var. Mesela halkın, sadece hükümetin hediyelerini kabul etmek değil de, şehrin politikalarına katılım sağlamalarını hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bize bu tür politikalara katılmak için gelenlerin teklifleri gördük. Onların tekliflerinin dışında, adeta kanun yapıcı noktada kendilerini görme, yani yasama organının yapması gerekenleri, kendilerini yükselttiğini görüyoruz. Bir şehrin vatandaşın öyle taleplerde bulunur ki, bunun bir kabul edilebilirliği olur. Ama bu yoksa, bu konuda yetki kimdedir? O şehrin meclisindedir. O şehrin meclisi bununla ilgili kararı alır. Fakat çok daha farklı şekilde, eğer merkezi yönetimi bu ilgilendiriyorsa, federal meclisi ilgilendiriyorsa, burada da yasama organı bununla ilgili adımı atar.
Eğer halkın iradesine saygı duyacaksak, halk ne dersek o olacaksa, o zaman biz yasama organının çıkaracağı bu yasalara uymak zorundayız. Burada halkın iradesini kazanamayanların, halkın iradesi üzerinde şiddetle egemenlik kurmayı gerektiriyor ki bu demokrasilerde kabul edilemez.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.